Tarih, 
   Tarih Felsefesi ve Tarih Bilinci
   
   { Kültürsüz Olmaz Yetiştir Kendini, Değişim, 
   İstanbul 2007 } adlı kitabımızdan alıntıdır.
  v       
  Tarih: 
  Niceliksel zaman açısından geçmişte olup bitenleri, toplumların 
  geçirdikleri dönemleri yer ve zaman belirterek anlatan; geçmişte yaşanan 
  olaylar arasında nedensel ilişkiler kurmaya çalışarak, bu ilişkileri 
  belge ve kalıntılara dayandırarak sistematik şekilde incelemeyi konu 
  edinen disiplin.[1]
  v       
  Tarih Yanılgısı 
  (Anakronizm): Tarihsel olay veya 
  durumların gerçekte meydana geldikleri tarihsel zamanın dışında, değişik 
  zaman dilimlerinde gerçekleşmiş olan olay veya durumlarla birlikte 
  düşünülmesi; tarihsel olarak farklı dönemlerde meydana gelmiş olan 
  olayların aynı zaman diliminde meydana gelmiş gibi ele alınıp 
  değerlendirilmesi.[2]
  v       
  Günümüzde tarih, 
  esnekleşmiş ve çeşitli alanlara taşmış. Öyle ki, çeşitli insan 
  ilimlerinin bir birleşme noktası olmuş. İnsanoğluna kendi yaşayış 
  tarzlarını öğreten bir ilim. Edebiyat da bu yaşayış tarzlarından 
  biri.      (Cemil Meriç)
  v       
  İnsan, ağaç gibi, yükselmek 
  istediği nisbette kökünü derine salmalıdır.  (F. Nietzsche)
  v       
  Tarih, 
  yalnızca geçmiş devirlerin hâdiselerinin incelenmesi değil, bir 
  oryantasyon (vaziyet 
  tespiti ve istikamet seçmek)[3] 
  ve vizyon problemine çözüm bulmak için bir araçtır. Bu durumda, tarih 
  bir tarih felsefesine dönüşecektir. Yani, biz nereden geldik ve nereye 
  gidiyoruz? Geleceği nasıl tasavvur ediyoruz? Bu geleceği biçimlendirmek 
  bakımından politikalarımız ve yapmamız gerekenler nelerdir? Kısaca 
  çözüm, Batı’ya karşı Doğu-Türk Dünyasının iş ve gönül birliği yapması 
  çabalarıdır.  (Şahin Uçar, Selçuk Ünv.)
  v       
  Tarih, 
  hayatta ölçüyü kimin koyacağı kavgasının sonucunda oluşmuştur. Kavganın 
  tarafları kendi ölçülerinin benimsenmesi için karşı tarafın ölçülerinden 
  vazgeçmesi, onlardan taviz vermesi, şüpheye düşüp uzaklaşması için 
  savaşmışlardır. (Mecra Dergisi)
  v       
  Tarih Felsefesi, 
  tarih’i yorumlamak ve tarih hakkında düşünmek demektir. Bütün tarihi 
  öğrenmek ve bir vakalar koleksiyonu olarak tam manasıyla bilmek, esasen 
  imkansız olduğu gibi manasızdır da. Çünkü, tek tek vakaların yekûnu 
  olan, yorumun işe karışmadığı bir tarih faydalı değildir. Halbuki, 
  tarihî hâdiseleri anlamaya çalışır, hâdiselerin sebeplerini izah etmeye 
  kalkışarak kendinize göre bir tarih yorumu yaparsanız, tarih değil tarih 
  felsefesi yapmış olursunuz.  (Şahin Uçar)
  v       
  Tarih Felsefesi; 
  tarih, ilim, sanat ve felsefe gibi tamamen farklı disiplinlerin terkibi 
  mahiyetinde bir düşünce tarzıdır. Bu disiplinlerin bakış açıları çok 
  farklıdır: 
  o     
  Tarih, maziye bakış (retrospectare)
  o     
  İlim, istikbale bakış (prospectare)
  o     
  Sanat, içe bakış (introspectare)
  o     
  Felsefe, tefekkür ve 
  araştırmaya bakış (inspectare)
  o     
  Tarih Felsefesi ise, umumi ve 
  kapsayıcı görüşe, terkibî tefekküre (conspectare) ait bakış açısıdır. 
  Yani, bütün bakış açılarının bir sentezidir.
  Bu tasnife göre, 
  tarih hâfızaya, ilim zekâya, sanat derûnî ilhama, felsefe tefekküre, 
  tarih felsefesi ise bunları topyekûn ihtiva eden terkibî düşünceye 
  muadildir. (Şahin Uçar)
  v       
  Tarih bilgisi bize tarihin 
  tabiatı konusunda ipuçları verirken, bu tabiat üzerindeki analiz ve 
  yorumlardan ibaret olan tarih muhasebesi ise, tarihe karşı 
  takınılacak uygun bir tavrın yani, tarih adab-ı muaşeretinin ipuçlarını 
  sağlar.  (Sabri Orman)
  v       
  Tarihsel Özgüllük 
  (Historical Specifity): Bir toplumsal 
  kurum, olgu veya olayın, benzer olaylarla kıyaslanması durumunda, hem 
  olay veya kurumun ortaya çıkışını etkileyen faktörlerin karşılıklı 
  etkileşimlerinin sonucu olarak, hem de içinde yer aldığı sürecin kendine 
  has mekanizmalarından ötürü farklılık göstermesi.[4]
  v       
  Tarihselcilik 
  (Historicism): Tarihsel süreç içinde, 
  geçmişte olup bitenlere bakarak gelecekte neler olabileceğini belirli 
  bir kesinlik derecesiyle önceden öngörmenin, bir başka ifadeyle, 
  tarihsel öndeyinin/öngörünün sosyal bilimlerin temel amacı olduğunu ve 
  bu amaca, tarihin evriminin temelinde yatan ritimler, kanunlar, 
  eğilimlerin açığa çıkarılmasıyla varılabileceğini kabul eden yaklaşım 
  tarzı.[5]
  v       
  Tarihçinin Görevi, 
  sosyoloji vb. disiplinlerden ödünç alınmış kavramlarla bir tarih yorumu 
  yapmaya kalkışmak değil, kendine özgü bir tarih felsefesi inşa etmektir. 
  Çünkü, kendi tarihine ve kültürüne ait olmayan kavramlarla oluşturulmaya 
  kalkışılan tarih yorumunun, tarihî realitelere uymayan bazı yanıltıcı 
  neticeler vermesi tabiidir. Şu halde biz; sosyologların, antropologların 
  dediklerini tekrar ederek değil, kendi tarih usulümüz, bilgimiz ve 
  yorumumuzdan hareketle toplum, kavmiyet ve milliyet meselelerini de 
  kendimiz tarif etmeliyiz.  (Şahin Uçar)
  v       
  Kültür tarihçisinin görevi, 
  yapıyı süreç ile uzlaştırmaktır. Yapıya örnek, Müslümanların 
  fethettikleri topraklardaki medeniyetler ya da altkültürlerdir. Süreç 
  ise, yeni hâkim gücün yerel elitlerle işbirliğine girmesi sonucu başlar 
  ve onların altkültürlerini hoşgörüyle karşılamalarıyla sürer. Bu arada 
  altkültür mensupları da hâkimlerin yeni kültürünü tanır ve benimser. 
  Böylece bir sentez süreci doğar ve hâkim kesimin lehine gelişerek 
  hızlanır.[6]  
  (G.E. von Grunebaum, California Univ.)
- Tarihçilikte alan çalışmalarının merkezi ‘kıta’ veya ‘bölge’ olmalıdır. Mesela ‘Asya tarihçisi’, ‘Avrupa tarihçisi’ veya ‘Akdeniz tarihçisi’ dendiğinde, kendisini o kıta veya bölgenin merkezine konumlandırmış bir tarihçi anlaşılmalıdır. Tarihçinin araştırmacı bakışı, suya atılan bir taşın yaydığı dalga gibi tecessüsünü merkez kıta/bölgeden dünyaya dalga dalga yaymalıdır. Bu dalgasal açılım, Т şeklinde hem dikey hem de yatay boyutta olmalıdır. Yani, çalışılan kıta veya bölgenin tarihi hem eski çağlardan bugüne bilinmeli hem de oraya ait bir tarihsel durum aynı çağdaki benzerleriyle mukayese edilmelidir. (Lütfi Şeyban)
 
    
    
    
    [1] 
    Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ağaç, 
    2. Basım, İstanbul 1993, s. 347
    
    
    
    [2] 
    Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 26
    
    
    
    [3] 
    Oryantasyon, şarka yönelmek suretiyle cihet tayini demektir. 
    Yani, güneşin doğduğu istikamete bakarak sağımızı solumuzu 
    öğrenir, kendimize bir istikamet tayin ederiz. Demek oluyor ki, 
    oryantasyon “vaziyet tespiti ve istikamet seçmek” manasına 
    gelir. Biz nereden geldik nereye gidiyoruz? İçinde bulunduğumuz 
    durum nedir, nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Hangi istikamette 
    gitmeliyiz, hedefimiz ne olmalı ve bunun için nasıl bir yol 
    tutmalıyız? İşte oryantasyon budur. Bunun için tarih 
    öğreniyoruz. Bu bir “hikmet-i işrak”tır, bir “Sırat-ı Müstakîm / 
    doğru yol tutmak için aydınlanma demektir. İşte tarih 
    araştırmalarının gayesi budur.
    
    
    
    [4] 
    Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 348
    
    
    
    [5] 
    Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 348
    
    
    
    [6] 
    G.E. von Grunebaum (California Unv.), “İslam Medeniyetinin 
    Kaynakları”, İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, çev. 
    İlhan Kutluer, Kitabevi, İstanbul 1997, IV, 18
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder