2 Haziran 2014 Pazartesi


Tarih, Tarih Felsefesi ve Tarih Bilinci
{ Kültürsüz Olmaz Yetiştir Kendini, Değişim, İstanbul 2007 } adlı kitabımızdan alıntıdır.
 
v        Tarih: Niceliksel zaman açısından geçmişte olup bitenleri, toplumların geçirdikleri dönemleri yer ve zaman belirterek anlatan; geçmişte yaşanan olaylar arasında nedensel ilişkiler kurmaya çalışarak, bu ilişkileri belge ve kalıntılara dayandırarak sistematik şekilde incelemeyi konu edinen disiplin.[1]

v        Tarih Yanılgısı (Anakronizm): Tarihsel olay veya durumların gerçekte meydana geldikleri tarihsel zamanın dışında, değişik zaman dilimlerinde gerçekleşmiş olan olay veya durumlarla birlikte düşünülmesi; tarihsel olarak farklı dönemlerde meydana gelmiş olan olayların aynı zaman diliminde meydana gelmiş gibi ele alınıp değerlendirilmesi.[2]

v        Günümüzde tarih, esnekleşmiş ve çeşitli alanlara taşmış. Öyle ki, çeşitli insan ilimlerinin bir birleşme noktası olmuş. İnsanoğluna kendi yaşayış tarzlarını öğreten bir ilim. Edebiyat da bu yaşayış tarzlarından biri.      (Cemil Meriç)

v        İnsan, ağaç gibi, yükselmek istediği nisbette kökünü derine salmalıdır.  (F. Nietzsche)

v        Tarih, yalnızca geçmiş devirlerin hâdiselerinin incelenmesi değil, bir oryantasyon (vaziyet tespiti ve istikamet seçmek)[3] ve vizyon problemine çözüm bulmak için bir araçtır. Bu durumda, tarih bir tarih felsefesine dönüşecektir. Yani, biz nereden geldik ve nereye gidiyoruz? Geleceği nasıl tasavvur ediyoruz? Bu geleceği biçimlendirmek bakımından politikalarımız ve yapmamız gerekenler nelerdir? Kısaca çözüm, Batı’ya karşı Doğu-Türk Dünyasının iş ve gönül birliği yapması çabalarıdır.  (Şahin Uçar, Selçuk Ünv.)

v        Tarih, hayatta ölçüyü kimin koyacağı kavgasının sonucunda oluşmuştur. Kavganın tarafları kendi ölçülerinin benimsenmesi için karşı tarafın ölçülerinden vazgeçmesi, onlardan taviz vermesi, şüpheye düşüp uzaklaşması için savaşmışlardır. (Mecra Dergisi)

v        Tarih Felsefesi, tarih’i yorumlamak ve tarih hakkında düşünmek demektir. Bütün tarihi öğrenmek ve bir vakalar koleksiyonu olarak tam manasıyla bilmek, esasen imkansız olduğu gibi manasızdır da. Çünkü, tek tek vakaların yekûnu olan, yorumun işe karışmadığı bir tarih faydalı değildir. Halbuki, tarihî hâdiseleri anlamaya çalışır, hâdiselerin sebeplerini izah etmeye kalkışarak kendinize göre bir tarih yorumu yaparsanız, tarih değil tarih felsefesi yapmış olursunuz.  (Şahin Uçar)

v        Tarih Felsefesi; tarih, ilim, sanat ve felsefe gibi tamamen farklı disiplinlerin terkibi mahiyetinde bir düşünce tarzıdır. Bu disiplinlerin bakış açıları çok farklıdır:
o      Tarih, maziye bakış (retrospectare)
o      İlim, istikbale bakış (prospectare)
o      Sanat, içe bakış (introspectare)
o      Felsefe, tefekkür ve araştırmaya bakış (inspectare)
o      Tarih Felsefesi ise, umumi ve kapsayıcı görüşe, terkibî tefekküre (conspectare) ait bakış açısıdır. Yani, bütün bakış açılarının bir sentezidir.
Bu tasnife göre, tarih hâfızaya, ilim zekâya, sanat derûnî ilhama, felsefe tefekküre, tarih felsefesi ise bunları topyekûn ihtiva eden terkibî düşünceye muadildir. (Şahin Uçar)

v        Tarih bilgisi bize tarihin tabiatı konusunda ipuçları verirken, bu tabiat üzerindeki analiz ve yorumlardan ibaret olan tarih muhasebesi ise, tarihe karşı takınılacak uygun bir tavrın yani, tarih adab-ı muaşeretinin ipuçlarını sağlar.  (Sabri Orman)

v        Tarihsel Özgüllük (Historical Specifity): Bir toplumsal kurum, olgu veya olayın, benzer olaylarla kıyaslanması durumunda, hem olay veya kurumun ortaya çıkışını etkileyen faktörlerin karşılıklı etkileşimlerinin sonucu olarak, hem de içinde yer aldığı sürecin kendine has mekanizmalarından ötürü farklılık göstermesi.[4]

v        Tarihselcilik (Historicism): Tarihsel süreç içinde, geçmişte olup bitenlere bakarak gelecekte neler olabileceğini belirli bir kesinlik derecesiyle önceden öngörmenin, bir başka ifadeyle, tarihsel öndeyinin/öngörünün sosyal bilimlerin temel amacı olduğunu ve bu amaca, tarihin evriminin temelinde yatan ritimler, kanunlar, eğilimlerin açığa çıkarılmasıyla varılabileceğini kabul eden yaklaşım tarzı.[5]
v        Tarihçinin Görevi, sosyoloji vb. disiplinlerden ödünç alınmış kavramlarla bir tarih yorumu yapmaya kalkışmak değil, kendine özgü bir tarih felsefesi inşa etmektir. Çünkü, kendi tarihine ve kültürüne ait olmayan kavramlarla oluşturulmaya kalkışılan tarih yorumunun, tarihî realitelere uymayan bazı yanıltıcı neticeler vermesi tabiidir. Şu halde biz; sosyologların, antropologların dediklerini tekrar ederek değil, kendi tarih usulümüz, bilgimiz ve yorumumuzdan hareketle toplum, kavmiyet ve milliyet meselelerini de kendimiz tarif etmeliyiz.  (Şahin Uçar)
v        Kültür tarihçisinin görevi, yapıyı süreç ile uzlaştırmaktır. Yapıya örnek, Müslümanların fethettikleri topraklardaki medeniyetler ya da altkültürlerdir. Süreç ise, yeni hâkim gücün yerel elitlerle işbirliğine girmesi sonucu başlar ve onların altkültürlerini hoşgörüyle karşılamalarıyla sürer. Bu arada altkültür mensupları da hâkimlerin yeni kültürünü tanır ve benimser. Böylece bir sentez süreci doğar ve hâkim kesimin lehine gelişerek hızlanır.[6]  (G.E. von Grunebaum, California Univ.)

  • Tarihçilikte alan çalışmalarının merkezi ‘kıta’ veya ‘bölge’ olmalıdır. Mesela ‘Asya tarihçisi’, ‘Avrupa tarihçisi’ veya ‘Akdeniz tarihçisi’ dendiğinde, kendisini o kıta veya bölgenin merkezine konumlandırmış bir tarihçi anlaşılmalıdır. Tarihçinin araştırmacı bakışı, suya atılan bir taşın yaydığı dalga gibi tecessüsünü merkez kıta/bölgeden dünyaya dalga dalga yaymalıdır. Bu dalgasal açılım, Т şeklinde hem dikey hem de yatay boyutta olmalıdır. Yani, çalışılan kıta veya bölgenin tarihi hem eski çağlardan bugüne bilinmeli hem de oraya ait bir tarihsel durum aynı çağdaki benzerleriyle mukayese edilmelidir.  (Lütfi Şeyban)
 
[1] Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ağaç, 2. Basım, İstanbul 1993, s. 347
[2] Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 26
[3] Oryantasyon, şarka yönelmek suretiyle cihet tayini demektir. Yani, güneşin doğduğu istikamete bakarak sağımızı solumuzu öğrenir, kendimize bir istikamet tayin ederiz. Demek oluyor ki, oryantasyon “vaziyet tespiti ve istikamet seçmek” manasına gelir. Biz nereden geldik nereye gidiyoruz? İçinde bulunduğumuz durum nedir, nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Hangi istikamette gitmeliyiz, hedefimiz ne olmalı ve bunun için nasıl bir yol tutmalıyız? İşte oryantasyon budur. Bunun için tarih öğreniyoruz. Bu bir “hikmet-i işrak”tır, bir “Sırat-ı Müstakîm / doğru yol tutmak için aydınlanma demektir. İşte tarih araştırmalarının gayesi budur.
[4] Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 348
[5] Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 348
[6] G.E. von Grunebaum (California Unv.), “İslam Medeniyetinin Kaynakları”, İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, çev. İlhan Kutluer, Kitabevi, İstanbul 1997, IV, 18

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder