OLGUCULUK (POZİTİVİZM)
Felsefede olgularla desteklenen ya da olgularla ilgili verilere dayanan
bilginin tek sağlam bilgi türü olduğu görüşü. Dar anlamıyla August Comte
'un felsefesi için de kullanılır.
Genel çizgileriyle Olguculuk, deney konusu edilebilecek olgularla
ilgili, yani en geniş anlamıyla bilimsel bilginin sağlam bilgi olduğunu
vurgular. Bunun dışında, olgucuların çoğu mantık ve matematik gibi bilgi
türlerinin varlığını kabul eder, ama bunların içeriksiz olduğunu ileri
sürerler. Olguculuğun en temel özelliğiyse, geleneksel felsefe
görüşlerini, olumsuz bir anlam yüküyle "metafizik" olarak niteleyerek
karşı çıkmasıdır. Comte 'dan bu yana "metafizik" nitelemesi insanlığın
geride bıraktığı bir aşamayla ilgili, geçerliliğini yitirmiş, yerini
"pozitif" bilimlere bırakmış bir bilgi türünü çağrıştırır.
Olguculuk tarihsel olarak, Avrupa'da Aydınlanma'nın ve yeniçağ
bilimlerindeki önemli gelişmelerin bir sonucudur; felsefe geleneği
olarak, Eski Yunan Sofistlerine ve 3. yüzyıl Latin düşünürü Sextus
Empiricus 'a değin uzanır. Daha yakın kökleri ise, İngiliz Deneyciliğine
ve Fransız Ansiklopedistleri’ne dayanır. Comte'a göre insanlık
tarihinin üç aşamalı zihinsel gelişiminde her aşama bir öncekine göre
daha ileri ve gelişmiştir. İnsanlık başlangıçta açıklamaların doğaötesi
güçlere göre yapıldığı dinsel bir aşamadadır. Izleyen metafizik aşamada
açıklamalar gene olgulardan uzak bazı kavramlara dayandırılır. Üçüncü
aşamada ise insanlar doğru bilginin gerektirdiği gibi, açıklamak
istedikleri olguları gene bu olgulardan elde ettikleri verilere
dayandırmayı öğrenirler; işte bu sonuncusu pozitif aşamadır. Comte bu
süreci bir insanın çocukluktan yetişkinİiğe geçiş aşamalarına benzetir.
Comte ile yakın ilişkileri olan John Stuart Mill İngiliz Deneycilik
okulunun da etkisiyle Olguculuğun bilgisel ve mantıksal yanlarını
geliştirmeye çalıştı. İngiltere'de Olguculuğun bir başka temsilcisi olan
Herbert Spencer yaklaşımında Darwin 'in evrim kuramına da yer verdi.
Olguculuk bundan sonra daha çok Almanya ve Avusturya'da gelişti.
Viyanalı fizikçi ve düşünür Ernest Mach , İngiliz filozof David Hume 'un
görüşlerinden yola çıkarak bütün bilginin dolaysız olarak deney yoluyla
duyu verilerinden elde edilen ö elerden oluştuğunu öne sürdü. Mach'ın,
bilgi kuramlarının değişebildiği, ama temel olguların değişmediği
düşüncesini sonraki birçok olgucu da benimsedi. Alman düşünür Richard
Avenarius ise biyolojik temelli bir bilgi felsefesi geliştirerek
algılanabilir bir nesnenin, algıya açık niteliklerinin toplamından başka
bir şey olmadığını savundu. Şeylerin temelinde yatan bir töz olduğu
düşüncesini eleştirerek Deneycilik ile Olguculuğu birleştirmeye çalıştı.
Olguculuk bu gelişme döneminden sonra, özellikle de simgesel mantığın
hızla yaygınlaşmasının etkisiyle güçlendi. Charles Sanders Peirce ve
William James gibi mantığa da ağırlık veren ABD'li pragmatistlerin
görüşlerindeki yakınlıklar sayesinde daha da yaygınlaştı. Gerektirdiği
mantıksal sistem de Olguculuğa yakınlığı olan Bertrand Russell gibi
birçok düşünür tarafından işlenerek olgunlaştırıldı.
Bütün bu gelişmeler Mach 'ın etkilerinin sürdüğü Viyana'da, "Viyana
Çevresi" adıyla da bilinen Mantıksal Deneycilik ya da Mantıksal
Olguculuk akımıyla sonuçlandı. Bu akım, özellikle II. Dünya Savaşı
sonrasında Anglosakson ülkelerde çok güçlenerek hemen bütün akademik
felsefe kuruluşlarına egemen oldu. Buna karşılık başta Viyanalı düşünür
Ludwig Wittgenstein olmak üzere, önceleri Olguculuğu benimseyen Karl
Popper ve Thomas S. Kuhn gibi bazı düşünürler getirdikleri temel
eleştirilerle Olguculuğun etkisinin azalmasına neden oldular.
Günümüzde Olguculuk tıpkı Deneycilik gibi, yaygın gücünü büyük ölçüde
yitirmiştir. Bilimsel bilgiye duyulan koşulsuz güven kırılmış, bilim
dışında başka sağlam bilgi yollarının araştırılmasına duyulan ilgi
yeniden canlanmıştır. Olguculuğun günümüz felsefesine kalıcı katkılan
arasında, sağlam ve tutarlı bilgi ülküsü ile bilimsel açıklamaların
ortak bir temelden türetilmesi gereği sayılabilir.
Ana Britanica
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder