SEZGİCİLİK
Felsefe tarihinde bilginin kaynağı ve gerçeğin kavranması konusunda
ortaya atılan sorunlar, birer dizge niteliği kazanmış, değişik düşünme
yöntemlerine bağlanan çığırların doğmasına yol açmıştır. Bilginin
duyularla sağlanan bir veri olduğunu ileri süren çığırlar, genellikle
maddecilik, deneycilik ve onlara bağlanan öğretilerdir. Bilginin
duyularla değil de yalnız düşünme yeteneğiyle oluştuğunu ortaya atan
akımlar da idealizm adı altında toplanmıştır. Bu düşünce akımlarının
bilgi konusunda ileri sürdükleri yöntemlerin iki temel kaynağı vardır.
Biri içinde yaşanan ve duyularla algılanan doğa, öteki insandaki üretici
ve yaratıcı nitelik taşıdığı söylenen us ve kavrayış yeteneği.
Birincide ağırlık doğaya, ikincide düşünme yeteneğine verilmiştir, iki
düşünme biçiminden de birçok öğreti doğmuştur.
Bergson 'un geliştirdiği sezgicilik (intuitio) üçüncü bir yöntem
niteliği taşır. Bu yöntem daha önce matematikle ilgili sorunların
çözümünde kullanılmış, us kurallarından bağımsız bir kavrayış yeteneği
diye nitelenmiştir. Bilim tarihinde, bir içedoğuşun ilk örneği olarak
Arkhimedes'in' buluşu gösterilir. Suya batırılan bir nesnenin, yerini
değiştirdiği suyun ağırlığınca kendi ağırlığından yitirdiği ve nesnenin
neden batmadan suyun yüzünde kaldığı sorununu çözen olay deneyden
kaynaklanan bir sezgi sonucu aydınlanmıştır. Bu olay "bilimsel sezgi"
diye nitelenmiştir, Düşünme yeteneğini belli bir konu üzerinde
yoğunlaştıran düşünürün, deneyle elde edemediği sonucu beklenmedik bir
süre içinde içedoğuşla aydınlığa kavuşturacak veriyi kazanması sezgidir.
Bergson'un sezgiciliği bilimsel bir nitelik taşır, özellikle ruhbilimle
bağlantılıdır. Düşünülen bir sorunun çözümünü kolaylaştıran veriyi elde
etmeye, dayanır. Daha önceki çağlarda, özellikle tanrıbilim alanında
"sezgi" tanrısal bir uyarı, tanrısal bir ışık olarak nitelenmiştir.
Augustinus' tan ‘Aquino’ lu Thomas "a değin gelen Hıristiyan
tanrıbilimcilerinde, inanla bağlaşımlı sezgi gerçeğin kavranmasından
önemliydi. İslam tasavvuffunda, özellikle Yeni-Platonculuk' tan
kaynaklanan öğretilerde, gerçeğin kavranması içedoğuş niteliği taşıyan
sezgiyle sağlanabilirdi.
Gazzali' de sezgi Tanrı'nın insana bilgi ve bilgelik verdiği bir
yetenektir. Şahabeddin Sühreverdi' ye göre sezgi tanrısal gerçekleri
kavramak için bir duyuştur, içedoğuştur. Böyle bir yeteneği sağlamak
için, kişinin bütün gönlüyle Tann' ya, üstün gerçeğe yönelmesi, bütün
geçici eğilimlerden, tutkulardan sıyrılması, içinde Tanrı' dan başka bir
varlık bırakmaması gerekir. Yeni-Platonculuk' tan esinlenen
tarikatlarda sezgi Tanrı' ya ulaşmanın, kendi özünde Tanrı' yı görmenin
tek koşuludur. Onlara göre sezgi usun, kavrayış gücünün bütün
yetkilerini aşar, en kısa süre içinde en kesin gerçeğe varmayı sağlar.
"Ermişlik ‘’ denen aşamaya ancak sezgiyle ulaşılır.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi
Cilt.2 Sayı.15 Sayfa.835
Bergsoncu Sezgicilik
A) Nesnenin biricik ve bunun sonucu ifade edilemez olarak sahip olduğu
şeyle bir olmak için o nesnenin içine taşınılmayı sağlayan bu
entelektüel sempati türü sezgi olarak adlandırılır. Aksine, analiz,
nesneyi daha önce bilinen yani bu nesneye ve diğerlerine ortak unsurlara
indirgeyen işlemdir. O halde analiz etmek bir şey i, o şey olmayan şeye
göre açıklamaktır... Çevresinde dönüp durmaya mahkum olduğu nesneyi
kucaklamanın sonsuzca tatmin edilmemiş isteği içinde olan analiz her
zaman eksik olan tasarımı tamamlamak için sonu gelmez bir biçimde görüş
açılarını çoğaltır, her zaman eksik olan anlatımı tamamlamak için
sembolleri ara vermeden değiştirir. O halde analiz sonsuza kadar
sürecektir. Ama sezgi, eğer mümkünse yalın bir eylemdir... En azından,
hepsini yalın analizle değil sezgiyle içeriden kavradığımız bir gerçek
vardır. Bu, zaman içindeki akışı içinde kendi öz kişiliğimizdir.
Süregiden kendi benimizdir. Entelektüel veya daha çok tinsel olarak
başka hiçbir şey e eğilimli olmayabiliriz. Ama kesinlikle kendimize
eğilimliyiz.
Sezgi, bir kez yoğunlaştığında, düşüncemizin alışkanlıklarına uygun olan
ve değişmez kavramların içinde çok fazla gereksindiğimiz sağlam dayanak
noktalarını bize sunan bir anlatım ve uygulama biçimi bulmalıdır. Bu
kesinlik, belirgin ve de genel bir yöntemin özel durumlara sınırsız
genişlemesi olarak adlandırdığımız şeyin koşuludur. Oysa bu genişleme ve
mantıksal mükemmelleşme çalışması yüzyıllar boyu sürebilir, buna karşın
yöntemin üretici eylemi yalnızca bir an sürer. İşte bu sebepten çoğu
zaman sezgiyi unutarak bilimin mantıksal aygıtını bilimin kendisi olarak
kabul ediyoruz.
Filozoflar ve bilim adamları tarafından bilimsel bilginin göreceliliği
hakkında söylenen her şey bu sezginin unutuluşundan kaynaklanmaktadır.
Daha önceden varolan kavramlar aracılığıyla sabitten devingene giden
sembolik bilgi görecelidir. Ama devingenin içine yerleşen ve şeylerin
yaşamını benimse- yen sezgisel bilgi göreceli değildir. Bu sezgi bir
mutlağa varır.
B) İçgüdü sempatidir. Eğer bu sempati konusunu genişletebilir ve de
kendi üzerine düşünebilirse, gelişmiş ve düzelmiş zekanın bizi maddenin
içine sokması gibi, bize canlıyla ilgili işlemlerin anahtarını
verecektir. Çünkü zeka ve içgüdü birbirine zıt yönlere dönmüşlerdir,
zeka cansız maddeye, içgüdü yaşama yönelmiştir. Zeka, eseri olan bilimin
aracılığıyla bize, gitgide daha tam olarak fiziksel işlemlerin gizini
verecektir; zeka yaşamdan bize yalnızca devinimsizlik terimleriyle bir
anlatım getirir. Nesnenin içine girmek yerine, dışarıdan kendine çektiği
nesne üzerinde mümkün olan en yüksek sayıdaki görüşü elinde tutarak
dönüp durur. Ama sezginin bizi götürdüğü yer yaşamın tam içidir. Bu
sezgi, yansız, kendinin bilincine varmış, nesnesi üzerinde düşünebilen
ve onu sınırsızca genişletebilen bir içgüdüdür.
Bu tür bir çaba olanaksız değildir. Bu, insanda normal algının dışında
estetik bir yetinin varlığının kanıtladığı bir şey dir. Gözümüz canlı
varlığın çizgilerini aralarında düzene girmiş biçimiyle değil, yan yana
eklenmiş olarak görür. Yaşamın eğilimi, çizgiler arasında koşan, onları
birbirine bağlayan ve onlara bir anlam veren yalın devinim gözden kaçar.
Sanatçının bir tür sempatiyle nesnenin içine yerleşerek ve bir sezgi
çabasıyla uzamın kendi ve modeli arasına koyduğu engeli kırarak yeniden
yakalamayı amaçladığı bu eğilimdir. Dışsal algı gibi bu estetik sezginin
yalnızca bireysele ulaştığı doğrudur. Ama, fizik biliminin, dışsal algı
tarafından belirlenen yönünü sonuna kadar izleyerek tikel olguları
genel yasalara kadar götürmesi gibi, sanatla aynı yöne yönelmiş ve konu
olarak genelde yaşamı ele alan bir araştırma düşünülebilir. Kuşkusuz bu
felsefe hiçbir zaman, bilimin kendi nesnesinden edindiği bilgiyle
karşılaştırılabilir bir bilgiyi nesnesinden elde edemez. Zeka,
çevresinde içgüdünün, sezgi olarak genişletilmiş ve yetkinleştirilmiş
olsa da sadece belirsiz bir bulutsuzluk oluşturduğu, aydınlık bir
çekirdek olarak kalıyor. Ama, saf zekaya ayrılan bilginin eksikliği
durumunda, sezgi bize, zekanın verilerinin eksik olduğu şeyleri
kavratabilir ve bizim onları tamamlamamız için gerekli aracı
sezinlememizi sağlar.
Henri Bergson- Yaratıcı Evrim
Felsefe Yapıtlarından Seçilmiş Metinler-Armand Cuvillier- Çeviri .Mukadder Yakupoğlu- Doruk Yayıncılık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder