Stoa Okulu (Stoalılar) Nedir?
  
  
  Günümüze Stoacılardan çok az eser kalmıştır. Sokrat öncesi filozofların 
  eserlerinde olduğu, gibi, bunların eserlerinden de bazı sayfalar 
  günümüze kadar korunabilmiştir. Bu belgelere dayanarak Stoa felsefesiyle 
  ilgili oldukça açık bir yargıya ulaşabiliyoruz.
  
  Aristo'dan sonraki felsefelerin birbirlerine karşı olan birtakım 
  okullara ayrıldığını biliyoruz. Bu okulların ortak yanı, tümünde, bugün 
  olduğu gibi, felsefenin; mantık, fizik (metafizik) ve ahlâk olarak üç 
  ana disipline ayrılmış olmasıdır. Mantık; "Doğru bilginin metodu nedir? 
  Eliğimizin sınırları nedir?" gibi sorulara yanıt arar. Fizik, evrenin 
  yapısı ve ana yasaları ile ilgili sorunları çözümlemek çabasındadır.
  
  Ahlâk ise; "insanı, mutluluğa götüren yol nedir? İnsan yaşamının anlamı 
  nedir? İnsanın yasam ve ölüm karşısındaki tutumu ne olmalıdır?" soruları 
  ile ilgilenir. Aristo'dan sonra ahlâk, felsefenin bir numaralı 
  disiplini, bir çeşit baş tacı olmuştur. Bunun içindir ki, bu dönemde 
  mantık ve metafizik yalnızca ahlâka bir giriş, ahlâka bir yardımcı 
  olarak algılanıyordu.
  
  Bu iki felsefe dalına yalnızca bu açıdan bir ilgi duyuluyordu. Ancak 
  özellikle Stoacılar, insan yaşamının anlamını öğrenmek için, bu yaşamı 
  kesinlikle evrenin çerçevesi içinde dikkate almanın gerekliliğine 
  inanıyorlardı. Bu nedenle fiziğin Stoa felsefesinde her zaman önemli bir 
  yeri olmuştur.
  
  Stoacılara göre fizik önemliydi, çünkü; onlara göre gerçek olan, 
  kesinlikle "maddî olan "dır. Eflâtun'un ideler varsayımına karşı olan bu 
  anlayışa başka bir düşünce daha eklenmiştir: Stoacılara göre; maddî ve 
  somut olan gerçeklik, "canlı" bir bütün oluşturur, tıpkı bir organizma 
  gibi.
  
  Tüm maddî varlıklara etki eden bir "evren ruhu" vardır. Maddî bir şey 
  olarak tasavvur ettikleri bu evren ruhunu Stoacılar, "gerçek ateş" 
  olarak kabul ederler. Ateş en hassas unsurdur ve tüm eşyayı etkisine 
  alma yeteneğine sahiptir. Gerçek ateşten oluşan evren ruhu, evreni bir 
  bütün olarak birleştiren bir güçtür.
  
  Evren ruhu, sonradan tüm canlılarda etkili olan bireysel ruhlara 
  bölünür. Bitki, hayvan ve insanda etkili olan yaşam gücü, gerçekte evren 
  ruhundan kopup ayrılmış olan güçlerdir. Stoacılar evren ruhuna, Heraklit 
  gibi, "Logos" adını verir. Bilineceği gibi logos; "söz", daha genel 
  anlamda, anlamlı ve tutarlı bir cümle demektir.
  
  Tutarlı bir cümle, anlamlı bir söz gibi, evren de anlam ve tutarlılığa 
  sahiptir. Stoacılar tüm evrene egemen olan logos yanında, bir de tek tek 
  varlıklara dağılmış olan ve onlarda etkili olan "Lodoslardan söz 
  ederler. Nasıl ki ayrı ayrı canlılarda etkili olan ruh, tek bir evren 
  ruhunun "parpaları" ise, bunun gibi, tek tek insanda bulunan akıl da tek 
  bir "tümel akıl"ın parçasıdır. Aynı şekilde, insan bedeni de evren 
  bedeninin bir parçasıdır.
  
  Bu düşüncelerden Stoacılar şu sonuçlan çıkarırlar: Stoacılara göre 
  "ölüm", bedenin ve ruhun, evrenin beden ve ruhuna dönmesidir. Bunun 
  içindir ki ölüm korkulacak bir şey olamaz. Çünkü ölümle, beden ve ruh 
  aslına dönmüş olur. Bir evren ruhu ve bir evren bedeni kabul etmekle, 
  Stoa metafiziği tam anlamıyla "panteist" olmuş bulunuyor.
  
  Stoacıların panteizminden başka bir sonuç daha çıkar: Onlara göre her 
  şey, ölçülü bir "amaç "a göre yapılmıştır ve bu amaca göre hareket eder. 
  Öncelikle, olan her şey "zorunlu" olarak olur. Bu evrene zorunluluk 
  hâkimdir. Evrende rastlantıya yer yoktur. Ancak bu zorunluluk 
  kendiliğinden bir zorunluluk olmayıp, içten ve canlı bir zorunluluktur.
  
  Bu, tohumdan bir bitkinin yetişip meyve vermesi türünden, bir 
  zorunluluktur. Bu canlı zorunluluk tek tek insanların yaşamına da 
  hâkimdir. Her insanın kaçınamayacağı, yaşamına zorunlu olarak hâkim olan 
  bir "yazgısı" (kader) vardır. Yaşamın şekli, insan için önceden 
  belirlenmiştir. Nasıl ki bir tohumun vereceği meyve önceden 
  belirlenmişse.
  
  Bunun için insan yazgısını (kader) olduğu gibi kabullenmelidir. İnsanın 
  yazgısından kaçmaya kalkışması tümüyle hatalı ve yanlıştır. Çünkü yazgı, 
  insan yaşamına zorunlu olarak egemendir. İnsanın yazgısından şikayet 
  etmesi, tıpkı bir meşe ağacının "neden benim meyvelerim palamut da, 
  herhangi bir başka meyve değil" diye şikayetçi olmasına benzer.
  
  İnsanın yazgısı ile ilişkisi, meyvenin ağacıyla ilişkisi gibidir. Bunun 
  içindir ki, insanın yazgısından şikayet etmesi doğru değildir. Şikayet 
  etmekle de insan yazgısından herhangi bir şeyi değiştiremez. Bu nedenle 
  insan için tek "ölçülü hareket" (makûl) biçimi, yazgısını olduğu gibi 
  kabullenmesidir. Aksi halde, elden bir şey gelmeyeceği için, tümüyle 
  üzüntü ve sıkıntıya düşülecektir.
  
  Bu tutum, özellikle her canlı için kaçınılmaz olan, "ölüm" için 
  gereklidir. Ölüm en genel bir yazgıdır. Ölüm her canlı için 
  kaçınılmazdır. Bu nedenle, en genel yazgı olan ölüme karşı koymaya 
  kalkışmak anlamsızdır. Sonraki Stoacılardan olan Epikür'ün şu sözü çok 
  ünlüdür: "Tıpkı olgunlaşmış bir meyve gibi öl ve ölürken de seni var 
  eden ağaca teşekkür et!.."
  
  Stoacıların ahlâk görüşlerine temel aldıkları bir başka ilkeye göre de, 
  insan "doğaya göre" yaşamalıdır. Yani insan, bedeni ve ruhu ile bir 
  parçası olduğu evren konusunda bir bilince sahip olmalıdır. İnsan 
  evrenin bütünü içindeki yerini ne kadar kesin olarak belirlerse, o 
  derece uyumlu bir yaşama kavuşur. Stoa ahlâkı aslında, bu okulun fizik 
  anlayışına dayandırılmıştır. Temelde panteist bir görüşe sahip olan Stoa 
  ahlâkı, insanın doğru ve anlamlı bir yaşam sürebilmesi için, öncelikle 
  bu evren içindeki yerini belirlemesini ister.
  
  Stoacıların din anlayışına da yine bu açıdan bakılmalıdır. Stoacılar 
  halk dinini olumlu karşılar. Ancak onlara göre halk dinindeki birçok 
  Tanrıları önemsememek, bunları, dinin gösterdiği gibi değil de, felsefî 
  bir yorumla anlamak gerekir. Söz gelişi eski Yunan dininin en büyük 
  Tanrısı Zeus, Stoacılara göre "Evren ruhu"ndan başka bir şey değildir.
  
  Öteki Tanrılar da "Evren ruhu"nun çeşitli oluşumlarını dile getirir. 
  Stoacıları o dönemdeki halk dini ile buluşturan asıl nokta, onların da, 
  halk dini gibi, evrene bir kutsal erdemin hâkim olduğuna inanmalarıdır. 
  Her şeyin evren ruhunca yönetildiğini kabul eden Stoacılar, evrendeki 
  her oluşumun "zorunlu" ve "ölçülü" olduğuna inanırlar.
  
  Stoacıların bu inancı, onları sonunda yüzeysel bir teolojik görüşe 
  götürmüştür. Bu bakımdan Stoa felsefesi bize XVIII. yüzyıl felsefesini 
  hatırlatır. XVIII. yüzyıl felsefesi de, insan da dahil olmak üzere, 
  evrendeki her şeyin "mükemmel" olduğunu kanıtlamak ister.
  
  Gerek eski Yunan dininde, gerekse Roma dininde "kehanet" (bilinmezi 
  bilmek) büyük rol oynamıştır. Eski Yunanlılar kesilen kurbanlardan, 
  yıldızlardan, rüyalardan geleceği okumaya çalışırdı. Her önemli karar ve 
  uygulamadan önce, özellikle devlete ait konularda, atılacak adımın 
  doğruluğunu anlamak için bazı sembollere başvurulurdu.
  
  Stoacılar kehanete de olumlu yaklaşırlar. O kadar ki, ona bilimsel bir 
  temel kazandırmaya bile çalışırlar. Çünkü onlara göre evrende hiçbir şey 
  tek başına değildir. Her şey birbirine bağlıdır, her şey "bütün" ile 
  ilgilidir. Bu nedenle kurban hayvanlarının bağırsakları, kuşların uçuşu 
  vb. ile ilerde olacak olaylar arasında bir ilişki vardır.
  
  Bunun içindir ki, bunlardan yararlanarak geleceği okuyabilmek mümkündür. 
  Stoacılar astrolojiye de inanırlar, yani yıldızların insan yaşamı 
  üzerinde büyük rolleri olduğu görüşüne coşkuyla katılırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder