Anadoluda Liberalizm
02.01.2014 22:33:28
Anadolu'da liberalizm, felsefi, düşünsel ve iktisat anlayışı anlamıyla bir akım olarak gelişme temayülü gösterememiştir. Bu durumun sebepleri arasında, Osmanlı ve Türkiye'de felsefe geleneğinin olmayışı başka bir deyişle felsefi düşüncenin oluşmasına ve gelişmesine müsait bir sosyo-ekonomik, dinsel ve kültürel formasyonun olmayışı gösterilebilir. Batı karşısında zayıf düşen Osmanlı'nın gerileme ve dağılmayı önlemek amacıyla ithal ettiği düşünsel akımlar arasında da liberalizm yoktur. Osmanlı aydınlarının ağırlıkla benimsediği pozitivist düşünce ise, mesleki dayanışmayı esas alan ve toplumda sınıf çatışmasını yadsıyan ve bu yönüyle devletin dağılmasını önleyebilecek pragmatist bir eylem planı olarak benimseniyordu. Dolayısıyla bireyin ekonomik ve düşünsel gelişiminin sınırlanmadığı, bireysel hak ve özgürlüklerin temel alındığı liberal felsefeye ihtiyaç duyulmuyor bilakis böyle bir gelişimin devletin dağılmasını hızlandıracağı ve zaten zayıf olan ekonominin özel girişimle oluşturulamayacağı düşünülüyordu.
Cumhuriyet döneminde ise Ahmet Ağaoğlu örneğinde görüleceği gibi, iktisat anlayışı olarak özel teşebbüsün esas alındığı fakat devletin piyasaya müdahalesinin de tamamen yadsınmadığı bir düşünce hâkimdi. Cumhuriyet ideolojisinin yerleştirilmesi sürecinde, Büyük Buhran'ın da etkisiyle iktisatta özel teşebbüsün tamamen hâkim kılınması zaten beklenemezdi. Dünya ölçeğinde devlet kapitalizminin temel yöntem olarak benimsenmesi kaçınılmazdı. Liberalizmin iktisadi boyutunda bireyin ikinci planda kalması böylece gerçekleşiyordu. Liberalizmin diğer önemli bileşeni olan bireysel hak ve özgürlüklerin hukuk devletinin güvencesi altına alındığı, her tür düşüncenin serbestçe açıklanabileceği ve propagandasının yapılabileceği şeklinde özetlenebilecek siyasi boyutu ise Türkiye'de devlet lehine kısıtlanıyordu. Üstelik iktisatta liberalizmi utangaç bir şekilde savunan düşünce adamları, siyasal anlamda tamamen muhafazakâr bir tutum benimsiyor ve devlet merkezli bir bakış açısıyla bireysel hak ve özgürlüklerin sınırlanması yönünde tavır alıyorlardı. Cumhuriyetin başlı başına bir kazanım olduğu savıyla, mevcut durumun tahkiminin zorunluluk olduğunu öne sürerek cumhuriyetçi muhafazakâr bir duruş sergiliyorlardı.
Cumhuriyetin kuruluşu ve rejimin yerleştirilmesi sürecinde benimsenen cumhuriyetçi muhafazakârlığa benzer biçimde, özellikle Menderes dönemiyle beraber İslamcı muhafazakârlık olarak kavramsallaştırılabilecek yeni bir düşünüş biçimi ortaya çıkıyordu. Liberalizmi savunan eşhas, iktisat anlayışı olarak özel teşebbüsün esas alınmasını benimsemekle birlikte devlet sübvansiyonunu kaçınılmaz olarak görüyor, siyasal boyut itibariyle de sosyalizm karşıtlığından beslenerek milliyetçi, İslamcı hareketlere kendini yakın hissediyordu. Düşünce özgürlüğünü ön planda tutması gereken ve kendini liberal addeden insanların, liberalizmin direkt bir sonucu olarak sosyalizm karşıtı tutum almaları liberal felsefi geleneğin esaslarına aykırı bir durumdu. Soğuk savaş döneminin Türkiye'ye yansıması olan komünizme karşı teyakkuz hali, liberal olduğunu iddia eden ve esasen muhafazakârlığın her halini içinde barındıran geleneğin olağan bir refleksiydi.
12 Eylül askeri darbesinden sonra, Özal dönemiyle birlikte ekonomide özelleştirmelerle birlikte liberalizmin kısmen de olsa vücut bulduğu iddia ediliyordu. Bireyin özgür iradesini hem ekonomik anlamda hem de siyasal anlamda sınırsızca kullanmasını varsayan liberalizmin askeri bir darbe sonra sonrası teşekkül etmesi beklenemezdi. Kavramın içini boşaltan ve yozlaştıran dönemin sözde aydınları, salt kamu iktisadi teşekküllerini bireylere yağmalattıran özelleştirmeyi liberalizmin görünürlüğü olarak alkışlıyorlardı. Sol-sosyalist hareketlerin önünü kesen ve bir daha oluşmasını engelleyen 12 Eylül darbesinden sonra, zaten düşünsel anlamda herhangi bir özgürlük ortamının kalmadığı düşünülürse, liberalizm kavramının siyasi boyutunun varlığı savunulamazdı. Buna ilaveten liberal olduğunu iddia eden zevatın siyasal düşünce itibariyle de aşırı sağcı bir konuma sürüklendiği ve devletin de bu durumu desteklediği çok açık biçimde görülüyordu.
Günümüzde ise iktisadi açıdan liberal, siyasal açıdan ise İslamcı muhafazakâr bir iktidar ve onun hegemonyası hâkimiyetini devam ettiriyor. Liberal iktisadın yağmayla, peşkeşle, talanla eş tutulduğu bir zihniyet kamu iktisadi teşekküllerini yok etmeye yemin etmiş gibi çalışıyor. Liberal kesim ise devletin sırtında kambur olarak niteledikleri özvarlıkların bir bir elden çıkarılmasını alkışlıyor. Mevcut siyasal iktidarı destekleyen ve kendilerini liberal olarak lanse eden önemli bir 'aydın' kesimi ise, liberalliğin bireyin temel hak ve özgürlüklerinin devlet güvencesi altına alındığı bir durum olduğunu bildikleri halde, sürekli olarak özgür düşüncenin karşısında yer alan iktidarı desteklemekte beis görmüyorlar. Osmanlı'dan beri devletin gölgesinden hiçbir zaman ayrılmayan ve devletin kanatları altında kalarak özerk bir yapıya kavuşamayan 'Türk aydını' tipik refleksini göstererek siyasal iktidara iman ediyor. Muhafazakârlığın özellikle siyasal liberalizmle bir araya gelmesinin mümkün olmadığını bildikleri halde, kendilerini liberal olarak tanımlayan ve iktidara koşulsuz destek veren zevat içler acısı halini meşrulaştırmak başka bir şey yapmıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder