11 Haziran 2014 Çarşamba

SOSYALİZM



(Alm. Sozialismus; Fr. Socialisme; İng. Socialism) 

İşçi sınıfının siyasal bir devrim yoluyla iktidarı burjuvazinin elinden almasını ve böylece kapitalist üretim ilişkileri yerine toplumsal üretim ilişkilerini geçirerek sınıfsız bir toplum ve dünyayı yaratmayı amaçlayan i) bir öğreti, ii) bir siyasi hareket ve iii) devrimden sonra bu amacın gerçekleşmesi için kurulması planlanan veya kurulan toplumsal düzenin adıdır. 

Kavramı modern anlamıyla ilk kez bütünlüklü bir biçimde ortaya koyan metin Karl Marx ve Friedrich Engels’in yazdığı ve 1848’de yayımlanan Komünist Parti Manifestosu’dur. Öte yandan “sosyalizm”e dair bu önemli metinde sosyalist ve sosyalizm terimleri yerine sırasıyla komünist ve komünizm terimlerinin kullanılmış olmasının, yazıldığı dönemin tartışmaları ile yakın bir ilişkisi vardır. Engels’in Manifesto’ya yazdığı 1888 tarihli Önsöz bu tercihin tarihsel nedenlerini açıklar:

“… 1847’de sosyalizm orta katmanların bir hareketi, komünizm işçi sınıfının bir hareketiydi. Sosyalizm en azından kıta Avrupası’nda “salon”lara kabul edilebiliyordu; komünizm içinse tam tersi geçerliydi. Ve biz en başından itibaren, “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olmak zorundadır” diye düşündüğümüzden, bu iki isimden hangisini seçmek zorunda olduğumuz konusunda herhangi bir kuşku olamazdı. Dahası, o zamandan beri bu isimden vazgeçmek de aklımıza gelmedi.”

Kavrama ilişkin her üç anlamın da temelleri esasen 1800’lerin ortasında  işçi sınıfının Avrupa’da ilk kez bağımsız bir sınıf olarak  tarih sahnesine çıkması ile birlikte Marx ve Engels’in varolan kuramsal ve politik okullarla mücadelelerinin sonucu olarak atılmıştır. Bu anlamda modern sosyalizmin kurucuları olan Marx ve Engels’in yapıtlarına kaynaklık eden üç ana gelenek Alman felsefesi, İngiliz politik-ekonomisi ve Fransız sosyalizmidir.  

Marx ve Engels’den sonraki en önemli kuramsal ve politik katkı, 1900’lerin başında Vladimir İliç Lenin tarafından, özellikle de Rusya’da önderlik ettiği partinin devrim  yapması sonucu gerçekleşmiştir.

Yaklaşık olarak 70 gün süren 1871 Paris Komünü deneyimi, tarihteki ilk sosyalizm deneyimidir. Bir sonraki sosyalizm deneyimi ise yaklaşık olarak 70 yıl süren Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği deneyimidir.

Sonuç olarak 150 yılı aşkın bir tarih içinde birlikte gelişen bu üç anlamı birbirinden tamamen ayrı düşünmek doğru olmasa da bu anlamlar en azından hem üzerlerinde cereyan eden tartışmalar hem de terminoloji açısından ayrı başlıklar altında ele alınabilir. 

i) Bir öğreti olarak sosyalizm: Marx’ın da Manifesto’dan henüz bir kaç yıl sonra kuramsal katkısını özetlediği metin aynı zamanda modern sosyalizmin temel ilkelerini  sunar (Marx’tan Weydemeyer’e mektup):

“Burjuva tarihçileri bu sınıf mücadelesininm tarihsel gelişimini, burjuva iktisatçılar da sınıfların ekonomik anatomisini benden çok önce açıklamışlardır. Benim yeni olarak yaptığım: 
1)  Sınıfların varlığının ancak üretimin gelişimindeki belirli tarihsel evrelere bağlı olduğunu; 
2)  Sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne vardığını; 
3) Bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını tanıtlamak olmuştur.”

Engels ise Manifesto’dan yaklaşık 30 yıl sonra, bir kuram olarak modern sosyalizmin Marx’ın iki ana buluşuna, yani “tarihin materyalist anlayışı ile  kapitalist üretimin gizeminin artı değer aracılığıyla açıklanması”na dayandığını yazar (Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm). Engels sonuç olarak “sosyalizm”in bu iki buluşla birlikte bir bilim haline geldiğini belirtir ve zaman zaman “modern sosyalizm” olarak da adlandırdığı bu yeni sosyalizm için “bilimsel soyalizm” terimini kullanır. Engels aynı eserinde, Marx’la birlikte kullandığı “materyalist tarih anlayışı” yerine, “bilimsel sosyalizm”in kuramsal temelleri anlamında “tarihsel materyaliam” terimini kullanır. 

1870’lerin sonlarında başka bir yeni terim, Marksizm kullanılmaya başlanır. Ancak bu kez bu yeni terim, öğretinin kurucuları Marx veya Engels tarafından değil tam aksine onların kavgalı oldukları Fransız sosyalistleri tarafından ilk kez kullanıma sokulur. Öte yandan Engels’in sadece birkaç özel mektubunda kullanılan bu yeni terimi Marx ve Engels tarafından daha çok eleştiri amacıyla kullanmış oldukları açıktır (Engels’ten Laura Lafargue’ye mektup):

“Şimdi zafer artık bizimdir, tüm dünyaya Avrupa’daki bütün Sosyalistlerin ‘Marksist’ (bu ismi bize verdikleri için deliye dönecekler)  olduğunu ispat ettik” 

Yine de “marksizm” zamanla önemli oranda “bilimsel sosyalizm”in yerini alarak giderek başat terim haline gelir. 

Kavramın kuramsal anlamına ilişkin önemli bir başka yenilik, Rus marksisti Plehanov’un 1891’de “diyalektik materyalizm” terimini kullanmasıdır. Bu terim Plehanov’un kullandığı anlamıyla Marksizmin genel yöntemi olarak yerleşiklik kazanmıştır. Bu anlamda, genellikle, “tarihsel materyalizm” Marksist bilime, “diyalektik materyalizm” de Marksist felsefeye karşılık gelen bir terim olarak kullanılmaktadır. 

Marx ve Engels’ten sonra “sosyalizm”in kuramsal anlamına dair yeni bir terimin girişi, geliştirdiği emperyalizm eleştirisi ve “eşitsiz gelişim kuramı” ile tarihsel olarak Marksizme çok önemli katkıları yapan Lenin’in adı üzerinden gerçekleşir. Bu yeni terim, Leninizm, çoğunlukla Marksizm-Leninizm biçiminde kullanılır. Öte yandan Leninizmin de sosyalizm gibi sadece bir kuram değil aynı zamanda bir siyasi hareket anlamını taşıdığı da belirtilmelidir.

ii) Bir siyasi hareket olarak sosyalizm: Manifesto’da Marx ve Engels komünistlerin bir siyasi hareket olarak bugün de geçerliliğini koruyan genel ilkesini net bir şekilde ifade etmişlerdir: “Proleteryanın sınıf olarak oluşması, burjuva egemenliğinin yıkılması ve siyasal iktidarın proleterya tarafından fethedilmesi.” 

Sosyalist hareketin tarihinde önemli tartışma başlıkları olan bu üç önerme Manifesto’da ayrıntılı bir biçimde ele alınır:

- Proletaryanın bir sınıf olarak oluşması “bir sınıf olarak ve bunun sonucunda bir siyasal parti olarak örgütlenmesi”dir. 
-  Burjuva egemenliğinin yıkılmasının yolu “komünist devrim”dir.
- Siyasal iktidarın proletarya tarafından fethedilmesi ise proletarya diktatörlüğü yoluyla gerçekleşecektir.


İşçi sınıfının bir siyasi parti olarak örgütlenmesi, sosyalist hareket içinde bu partinin niteliği ve işçi sınıfı ile ilişkileri hakkında tartışmaların konusu olmuştur. Manifesto’nun yazıldığı yıllarda ise parti kavramı henüz modern anlamına kavuşmamıştır. Sosyalist hareket ve işçiler için daha çok dernekler ve birlikler biçimindeki bir örgüt pratiği geçerlidir.

1848 devrimlerinin yenilgiyle sonuçlanmasından 10 yıl sonra devrimci hareket Avrupa’da yeniden yükselişe geçer ve böylece 1860’larda hem daha sonra kitleselleşecek işçi partileri hem de Uluslararası İşçiler Birliği,  daha sonraki isimlendirme ile I. Enternasyonal kurulur.

Bu dönemde Marksizm, sosyalist hareket içinde giderek başat bir akım haline gelmesine karşılık Marx ve Engels’in  kitleselleşen işçi partileriyle, özellikle de “sosyal demokrasi”nin  doğuşuna kaynaklık eden Alman sosyal demokrat partileri ile yakın ama hep eleştirel bir mesafeleri vardır. Bu partilerin “sosyal demokrasi”sinin bugünkü anlamına kavuşması ise bu partilerin zamanla Marksizmin temel doğrultusundan uzaklaşıp reformizm ve revizyonzime   yönelmeleri ve I. Dünya Savaşı’nda ülkelerindeki burjuva iktidarları destekleyerek milliyetçi politikalar benimsemeleri sonucunda gerçekleşir.

Sosyal demokrat partilerdeki bu eğilimlerin Marksizmden uzaklaşmalarının arkasında ise komünist devrim ve proletarya diktatörlüğü gibi marksizmin temel önermelerini terk etmeleri vardır. 

Sonuç olarak, sosyal-demokrat partilerdeki bu eğilimler II. Enternasyonal’in dağılmasına neden olur ve bu eğilimlerle mücadele eden Marksistler önce sosyal demokrat partilerden koparak komünist örgütler kurar, daha sonra da 1917 Ekim Devimi ile birlikte “komünist parti” adını kullanmaya başlarlar. Örnek olarak, Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nden ayrılıp Rosa Luxemburg’un öncülüğünde kurulan Spartakistler Birliği ve Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nden ayrılıp Lenin öncülüğünde kurulan Bolşevik Parti, 1917’den sonra sırasıyla Alman Komünist Partisi ve Rusya Komünist Partisi isimlerini alırlar.

Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Parti’nin gerçekleştirdiği Ekim Devrimi’yle Rusya’da sosyalizmi inşaya girişmesi, komünist hareket içindeki “proleterya diktatörlüğü”, “öncü parti” ve “işçi sınıfının kendiliğindenciliği” gibi tartışma başlıklarının bir anlamda sonuca ulaşması anlamına gelir. 

Sonuç olarak Lenin’in sosyalizme bu alandaki tartışmalara katkısı “Leninist örgüt kuramı” olarak tanınmıştır. Öte yandan, Rusya gibi henüz kapitalizmin Avrupa’daki kadar gelişkin olmadığı ve bu anlamda marksistlerin devrimi öncelikli olarak beklemedikleri bir ülkede  devrimin gerçekleştirilmesi ve böylece dünyadaki ilk işçi devletinin kurulması, Lenin’in sosyalist harekete en büyük katkısıdır. Bu katkının arkasında da yine Lenin’in emperyalizm eleştirisinden elde ettiği eşitsiz gelişme yasasının bir sonucu olarak devrimin emperyalizmin çelişkilerinin biriktiği zayıf halka ülkelerinde gerçekleşme öngörüsü yatmaktadır.   

Devrimden iki yıl sonra Bolşeviklerin öncülüğünde III. Enternasyonal’in (Komünist Enternasyonal), diğer adıyla Komintern’in Moskova’da kurulmasıyla Lenin’in düşünceleri dünyadaki komünist hareket içinde başat konuma gelir. Komintern aynı zamanda resmi amacı olarak “Sosyalist Sovyet Cumhuriyetlerinin Dünya Birliği”nin kurulmasını benimseyerek II. Enternasyonal’in milliyetçi eğilimlerine karşı da bir yanıt niteliğini taşımıştır. 

Öte yandan, Ekim Devrimi’nin giderek tüm dünyaya yayılamaması, sosyalizmin tek ülkede mümkün olup olmadığı tartışmasıyla birlikte mücadelenin öncelikli ölçeği, yani ulusal veya uluslararası olup olmaması gerektiği tartışmasını da beraberinde getirmiştir.

Manifesto bu başlıkta da komünist partilere geçmişte olduğu kadar bugün de yol göstermeye devam etmektedir. Manifesto’da sınıf mücadelesinin öncelikle ulusal bir mücadele olduğu ve her ülkedeki işçi sınıfının önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak zorunda olduğu belirtilir. Ayrıca, ulus-devletler içindeki sınıf mücadelelerinin kazanılmasının, ulusların kendi aralarındaki karşıtlığa da son vereceği öne sürülür. Manifesto’nun son cümlesi ise sınıf mücadelesinin uluslararası boyutunu en açık ifade eden cümledir: “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!”

iii) Toplumsal bir düzen olarak sosyalizm: Manifesto’da komünist bir devrimden sonra kurulacak toplumsal düzende başta mülkiyet ilişkileri olmak üzere emek, aile, evlilik, eğitim ve ulus gibi olguların alacağı biçim ve içerik burjuva toplumun eleştirisi üzerinden karşılaştırmalı olarak sunulur. Bu yeni toplumsal düzenin, yani komünizmin, iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesiyle bir anda gerçekleşmeyeceği de Manifesto’dan anlaşılmaktadır:

“Proletarya, siyasal egemenliğini, tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparıp almak, tüm üretim aletlerini devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek ve üretici güçler kitlesini olabildiğince çoğaltmak için kullanacaktır.” 

Manifesto’da henüz bu terim kullanılmasa da bu sürecin Marx ve Engels’in sonraki eserlerinde kullandıkları anlamıyla başlangıçta “proletarya diktatörlüğü” olarak örgütleneceği görülebilir. Bu sürecin sonunda işçi sınıfı kendi egemenliği ile birlikte kendisini de ortadan kaldıracak sınıfsız toplumu kuracaktır.

Manifesto’daki bu yaklaşım Marx’ın 1875 yılında yazdığı Gotha Programı’nın  Eleştirisi’nde daha ayrıntılı ve açık bir biçimde ifade edilir: Proletarya diktatörlüğü kapitalist toplum ile komünist toplum arasındaki siyasal bir geçiş dönemidir. Marx bu dönem için aynı zamanda “komünist toplumun birinci aşaması” ifadesini de kullanır. Marx komünist toplumun başka bir aşamasından daha söz eder:

“Komünist toplumun daha yüksek bir aşamasından, bireylerin işbölümüne ve onunla birlikte kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkiye kölece boyun eğişleri sona erdiği zaman; emek, yalnızca bir geçim aracı değil, ama kendisi birincil yaşamsal gereksinim haline geldiği zaman; bireylerin çeşitli biçimde gelişmeleriyle, üretici güçler de arttığı ve bütün kolektif zenginlik kaynakları gürül gürül fışkırdığı zaman, ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları kesin olarak aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üstüne şunu yazabilecektir:  Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine göre!”

Lenin de Marx’ın bu yaklaşımını benimsemiş, ancak “komünist toplumun birinci aşaması”nı sosyalizm, “komünist toplumun daha yüksek bir aşamasını” ise komünizm olarak adlandırmıştır. Lenin’in bu yeni adlandırması Marksist literatürde bu şekilde benimsenmiştir.

Genel olarak Marx, Engels ve Lenin’in yapıtlarında bir toplumsal düzen anlamında ağırlıklı olarak kapitalizm eleştirisi yer alırken, sosyalizm ve özellikle de komünizm üzerine yazılanlar çok daha az bir hacmi kaplar. Bu anlamda Manifesto’da komünist devrim sonrası önlemlerin farklı ülkelere göre farklılıklar gösterebileceği belirtilmiştir. Yine de bu yapıtlar sosyalist ve komünist toplumun örgütlenmesine dair can alıcı ilkeleri sunmaktadır.

Son olarak Paris Komünü ve Sovyetler Birliği gibi geçmiş sosyalizm deneyimleri kadar Çin Halk Cumhuriyeti gibi tartışmalı veya Küba Cumhuriyeti gibi yaşayan sosyalizm deneyimleri ışığında da önemli bir birikim oluşmaya devam etmektedir.

Komünizm

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Komünizm (Latince kökenli communis - ortak, evrensel); üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu sınıfsız, parasız vedevletsiz bir toplumsal düzen; ve bu düzenin kurulmasını amaçlayan toplumsal, siyasi ve ekonomik bir ideoloji ve harekettir. Sadece üretim araçlarının ortaklaşalığına dayanan sosyalizmden ayırt edilmesi gerekir. 20. yüzyılın başından beri dünya siyasetindeki büyük güçlerden biri olarak modern komünizm, genellikle Karl Marx'ın ve Friedrich Engels’in kaleme aldığıKomünist Parti Manifestosu ile birlikte anılır. Buna göre özel mülkiyete dayalı kapitalist toplumun yerine meta üretiminin son bulduğu komünist toplum gerçektir. Komünizm'in temelinde yatan sebep, sınıfsız, ortak mülkiyete dayalı bir toplumun kurulması isteğidir. Sınıfsız toplumlarda en genel anlamıyla tüm bireylerin eşit olması, karşıt görüşlüleri için "ütopya" olarak atfedilir ve zorla yaşanmaya çalışılırsa kaosa yol açacağına inanılır. Paris Komünü, komünist sistem yaşayabilmiş ilk topluluktur. Bunun dışında Mahnovist hareket öncülüğünde Ukrayna ve İspanya iç savaşı sırasında Anarko-komünist hareketle şekillenen (yaklaşık 4 yıl sürmüştür) toprakların kollektifleştirilmesi esasına dayalı olarak komünist topluluklar da kurulmuştur.
Komünizmi savunan akımlar arasında en yaygını Leninizm (Marksizm-Leninizm)'dir. Marksizm-Leninizm'e göre komünizme giden süreç burjuvazinin ortadan kalkmasını sağlayacak olan proletarya rejimi başlatılacak ve ardından komünizmin hazırlayıcısı sosyalizm aşamasına geçilecektir. Marksist kuramda son aşama olan komünizmin gerçekleşmesiyle devlet ortadan kalkacaktır.
Leninizm dışında iki komünist akım daha bulunmaktadır. Bunlardan ilki Marksizm'in temel görüşlerini benimseyen fakat Leninistmodelle komünizm hedefine ulaşılamayacağını iddia eden sol komünizm veya konsey komünizmi olarak adlandırılan akımdır. Lenin'in "Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı" adlı eserine cevaben yazılan Herman Gorter'in "Yoldaş Lenin'e Açık Mektup", Gilles Dauvé ve François Martin'in "Komünist Hareketin Güneş Tutulması ve Yeniden Ortaya Çıkışı" isimli kitaplar bu akımın takipçilerinin yarattıkları eserlerdir.
Diğer bir komünist akım ise anarşist komünizm'dir. Anarşizmin bireyci ve kolektivist akımlarından ayrılan anarşist komünizm fikri, komünizme devlet aygıtını ele geçirerek geçilebileceğini reddeder ve bunu savunan Marksizm'i eleştirir. Peter Kropotkin, Nestor Makhno, Errico Malatesta, Carlo Cafiero anarşist komünizm düşüncesinin temellerini atan düşünürlerden ve eylemcilerden bazılarıdır. Anarşist komünizm, anarşizm'den "sınıf" gerçeğine göre hareket etme ve örgütlenme temelinde ayrılır. Savunucuları komünizmin, bilimsel sosyalizm olmadan gerçekleştirilebileceği üzerinde birleşir. Anarşist komünizm, devlet'in kapitalizm için bir kılıf olduğunu ve bu yüzdende sınıfsız bir topluma gidilecek süreçte kullanılmasının sonucunda "diktatörlük", "devlet kapitalizm"i ya da "bir sözde zümrenin, toplum üzerinde iktidarı'na yol açacağını düşünür.

İlk Komünizm[değiştir | kaynağı değiştir]

Komünizm fikri Batı düşüncesinde Marx'tan ve Engels’ten çok önce oluşmuştur. Antik Yunan’da zaten komünizm mülkiyet gelmeden önce toplumun tam uyum içinde yaşadığı, insanlığın “altın çağına” dair bir mitolojiyle ilişkilendirilirdi. Kimileri Platon’un Devlet adlı eserinin ve diğer antik kuramcıların bir çeşit komünal yaşam içinde komünizmi savunduğunu belirtir. Pek çok erken Hıristiyan mezhebi (ve Elçilerin İşleri bölümünde de belirtildiği üzere özellikle erken dönem Kilise), Kolomb öncesi Amerika’daki yerli kabileler komünizmi komünal yaşam ve ortak mülkiyet biçiminde uygulamışlardır.
16. yüzyılda İngiliz yazar Thomas More Ütopya adlı incelemesinde, ortak mülkiyet üzerine kurulu bir toplumu tasvirlemiştir. 17. yüzyılda komünist düşünce İngiltere’de tekrar tartışma konusu oldu. Eduard Bernstein 1895’te yazdığı Cromwell ve Komünizm adlı eserinde İngiliz İç Savaşı içindeki grupların, özellikle de Kazıcıların (Diggers) açıkça komünist, tarıma dayalı düşünceleri desteklediğini ve Cromwell’in bu gruplara yaklaşımının olsa olsa değişken, sıklıkla da düşmanca olduğunu iddia eder.
Özel mülkiyet fikrinin eleştirisi 18. yüzyıl boyunca süren Aydınlanma döneminde de, Jean Jacques Rousseau gibi düşünülerle devam etti. Robert Owen gibi “ütopyacı sosyalist” yazarlar da bazen komünist sayılırlar.
Karl Marx insanlığın klasik toplum, feodalizm ve şimdi içinde bulunduğu kapitalizm dönemine yükselmesinde ilkel komünizmi ilk ve asıl çıkış noktası olarak görür. Ardından sosyal evrimdeki sonraki adımın komünizme geri dönüş olacağını gösterir ancak bu insanlığın zaten deneyimlediği ilkel komünizmden çok daha yüksek bir seviyede olacaktır.
Komünizm çağdaş formunda 19. yüzyılın işçi hareketiyle birlikte Avrupa’da yükseldi. Bu sırada Sanayi Devrimi ilerliyordu. Sosyalist eleştirmenler kapitalist iktisadın uygunsuz koşullarda şehirdeki fabrikalarda çalışan işçiler olan proletaryayı ve zengin ile yoksul arasında giderek açılan bir uçurumu ortaya çıkardığını gördüler.Aslında gerçek anlamda komünizm,19. yüzyılın ortalarından itibaren filizlenmiştir.Komünizmin tabiri,Karl Marx ve Fredrih Engels'in ortak yapıtları olanKomünist Manifesto adlı kitapta açıklanmıştır.Burdan yola çıkarsak,aslında komünizmin yaklaşık 1,5 asırlık bir geçmişi vardır.

Anarşist komünizm[değiştir | kaynağı değiştir]

Ana madde: Anarşist komünizm
Anarşist Komünizm 14. yüzyılda bir red ve bir istekten doğan anarşizmin komünist koludur. Reddedilen otoritedir. Nitekim anarşist kuramcı Proudhon 1851'de "artık ne kilise'de ne de devlet içinde,ne toprakta ne de parada da otorite olmalıdır" diyordu. İstenilen de özgürlüktür.
Anarşist düşünce Marx'ın bilimsel sosyalizmiyle çelişir. Anarşizmin ispanyadaki kurucusu Guiseppe Fanelli ile 1. Enternasyonale katılan Bakunin, "dünyada eşitlik, komünler içinde serbestçe örgütlenmiş ve federasyon haline gelmiş üretim birliklerindeki kolektif mülkiyetin ve emeğin kendiliğinden örgütlenmesiyle gerçekleşmek zorundadır" der. Nitekim, daha Enternasyonal'ın başlangıcında işçiler ikiye bölünmüştü. Biri Marxçı diğeri Proudhoncu olan bu iki akım özellikle Cenevre(1866) ve Lozan(1867) kongrelerinde çatıştı. 1. Enternasyonal'den sonraki kongrelerde anarşistler yenik düştü. Anarşistlerin öncülerine göre yapacakları propaganda yeniden gözden geçirilmeliydi. Bu düşünceden hareketle İtalyan anarşistler,1877 de şiddet kullanmayı önerdiler: "Sosyalist ilkelerin eylemlerle ortaya konmasına yönelen ayaklanma, en etkin propaganda aracıdır. Bu araç kitleleri yanıltmadan ve bozmadan en derin toplumsal katmanlara nüfuz edebilir ve Enternasyonal'in desteklediği mücadelede insanlığın diri güçlerini yanına çekebilir"(1876 da Cafiero'nun Malatesta'ya yazdığı mektup). Bu düşünceden hareket eden İtalyan anarşistleri, Benevento'da taşra arşivlerini ateşe vermeye ve yoksullara para dağıtmaya giriştiler. yapılan baskılar Anarşist düşüncenin yayılmasına, özellikle İspanya ve Rusya'da engel olamadı. Bu arada Bakunin ve Kropotkin, eksiksiz ve evrensel nitelikte olduğunu düşündükleri bir eğitim sistemi ortaya koyarak Proudhon'un düşüncelerini geliştirdiler.
Anarşist Komünizmin örgütlü pratikleri, kendisini tarihte Ukrayna ve İspanya iç savaşında gösterir.

Marksizm'e karşıt Düşünceler[değiştir | kaynağı değiştir]

Ana madde: Marksizm
Diğer sosyalistler gibi Marx ve Engels de kapitalizme ve işçinin sömürülmesine son verme yolları aradılar. Fakat erken dönem sosyalistler genellikle uzun süreli bir sosyal reformu önermekte iken, Marx ve Engels devrimin sosyalizme giden tek yol olduğunu söylediler.
Marksizm’de, sınıflı toplumdaki insanın temel özelliği yabancılaşmadır ve komünizm insanlığın özgürlüğünün tam olarak gerçekleştirilmesi demektir. Marx burada Hegel’i izleyerek özgürlüğü yalnızca kısıtlamaların yokluğu olarak değil, ahlakî bir özü olan hareket olarak alır. Komünizm yalnızca insanlar ne yapmak istiyorlarsa onu yapmalarını sağlamaz, ama aynı zamanda onları öyle koşullar ve diğer insanlarla öyle ilişkiler içine koyar ki, artık sömürme ihtiyacı hissetmezler. Ancak Hegel’e göre bu dünya asla ulaşılamayacak olan idealar dünyası tarafından yönetilirken, Marx’a göre komünizm maddeler dünyasından, özellikle de üretim araçlarının gelişiminden ortaya çıkar.
Marksizm sınıf çatışma ve devrimci mücadele sürecinin proletarya için zaferle sonuçlanacağını ve özel mülkiyetin zamanla ortadan kalkarak üretim araçlarının topluma ait kılınacak bir komünist toplumun kurulacağını ileri sürer. Marx komünist yaşam hakkında az şey yazmış ve yalnızca komünist toplumu oluşturan en temel belirtileri vermiştir. Açıktır ki, bu insanın altından kalkabileceği tasarıların çok az sınırlandığı bir bolluğu gerektirir. Komünist hareket tarafından benimsenmiş bir sloganda komünizm “Herkesten yeteneğine göre alınan, herkese gereksinimine göre verilen” bir dünya olarak açıklanır. Alman İdeolojisi (1845) Marx’ın komünist geleceği detaylıca açıkladığı az sayıdaki yazılarından biridir: Oysa herkesin bir başka işe meydan vermeyen bir faaliyet alanının içine hapsolmadığı, herkesin hoşuna giden faaliyet dalında kendini geliştirebildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler, bu da, benim için, bugün bu işi, yarın başka bir işi yapmak, canımın istediğince, hiçbir zaman avcı, balıkçı ya da eleştirici olmak durumunda kalmadan sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra eleştiri yapmak olanağını yaratır.
19. yüzyılın son yarısında sosyalizm ve komünizm terimleri genellikle birbirlerinin yerine kullanılmaya başladılar. Marx ve Engels sosyalizmi toplumun üretim araçlarını ortak olarak kullandığı ama bazı sınıf farklılıklarının hâlâ bakî olduğu bir geçiş aşamasını tanımlamak için kullandılar. Komünizm terimini de tüm sınıf farklarının ortadan kalktığı, insanların uyum içinde yaşadığı ve devlete artık ihtiyaç duyulmadığı nihai bir aşama için kullandılar. Komünizm ve sosyalizm birbirlerine muhtaçtılar, çünkü sosyalizm basamağı gerçekleşmeden komünizme ulaşılması mümkün görülmüyordu.
Özellikle daha sonra Lenin tarafından geliştirilen bakış açıları, 20. yüzyılın komünist partilerinin harekete geçirici niteliklerinin temelinin oluşturulmasını sağladı. Sonraki yazarlar Marx’ın bakış açısını biraz değiştirerek, komünizm tam olarak yerleşmeden önce uzun bir sosyalizm sürecinin gerektiğine inanmış ve böyle toplumların geliştirilmesinde devlete merkezî bir rol tanımışlardır.
Marx’ın Mihail Bakunin gibi çağdaşları benzer fikirleri desteklediler ama sınıfsız topluma nasıl ulaşılacağı konunda fikir ayrılığına düştüler. Günümüzde işçi hareketinde Marksistler ve anarşistler arasında bir ayrım vardır. Anarşistler tüm devlet biçimlerine karşıdır ve onu ortadan kaldırmak isterler. Anarşist komünistler sınıfsız topluma derhal geçilmesini ister.

Komintern[değiştir | kaynağı değiştir]

Ana madde: Marksizm-Leninizm
Modern dünyada geniş ölçekli bir sosyalizm kurma fikri üzerine ilk çaba Rusya’da 1917 Ekim Devrimi’nde gerçekleşti. Bolşevikler ve Lenin’in önderliğinde yapılan devrim, Marksistlerin kendi arasında da komünizm üzerine önemli pratik ve kuramsal tartışmalar başlattı. Marx’ın kuramı devrimlerin yerleşik ve büyük bir işçi sınıfının oluştuğu ileri kapitalist ülkelerde olacağını farz ediyordu. Bununla birlikte muazzam büyüklükteki Rusya cahil köylüleriyle ve küçük sanayisiyle Avrupa’nın en fakir ülkesiydi. Bu şartlar altında onların ideolojik vazifelerine göre öncelikle bir işçi sınıfının yaratılması gerekiyordu.
Bu nedenle sosyalist Menşevikler, kapitalizm oluşmadan evvel sosyalist devrim isteyen Lenin’in komünist Bolşeviklerine karşı çıkıyorlardı. Bolşevikler iktidara geldiklerinde Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’yla olan ilgisinin kesilmesini isteyen halkın ve toprak reformuna isteyen köylülerin desteğini elde eden pragmatik ve siyasî olarak başarılı “barış, ekmek ve toprak” sloganlarının ötesinde bir programdan yoksun kaldılar.
Komünizm ve sosyalizm terimlerinin kullanımları 1917 yılında Bolşevikler isimlerini Komünist Parti olarak değiştirdiklerinde ve sosyalist ilkelere bağlı tek parti rejimi kurduklarında değişti. Devrimci Bolşevikler ılımlı sosyalist hareketlerle olan bağlarını kopardılar ve İkinci Enternasyonal'den çekilerek 1919 yılında Üçüncü Enternasyonal'i ya da Komintern'i kurdular. Bundan böyle Komünizm terimi Komintern şemsiyesi altında toplanan partilerin ideolojilerini belirtmek için kullanılır oldu. Programları sosyalist iktisadın geliştirilmesini olduğu kadar, proletarya diktatörlüğünün kurulmasını sağlayacak olan dünya işçilerinin devrim için birleşmesi çağrısında bulunuyordu. Sonunda devletin yavaş yavaş yok edilmesiyle uyumlu bir sınıfsız toplum oluşturacak programları tuttu. Sovyet komünistleri 1920’lerin başında, eski Rus İmparatorluğu'ndan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ni ya da Sovyetler Birliği’ni kurdular.
Lenin’in demokratik merkeziyetçiliğini izleyerek, komünist partiler hiyerarşik bir yapıyla örgütlendiler. Tabanda yalnızca partinin yüksek üyeleri tarafından onaylanmış ve parti disiplinine tamamen uyan seçkin kadrolardan oluşan etkin hücre üyeleriyle örgütleniyorlardı.
1918 ile 1920 arasında, Rusya İç Savaşı’nın ortasında yeni rejime tüm üretim araçlarını devletleştirdi. Ayaklanmalar ve köylülerin rahatsızlığı başlayınca, Lenin Yeni Ekonomi Politikası'nı (YEP/NEP) açıkladı.
Sovyetler Birliği ve Komünist Partiler tarafından yönetilen diğer ülkeler sosyalist iktisadi esaslar üzerine kurulu Sosyalist devletler olarak tanımlanırlar. Bu kullanım, onların sosyalist programı üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırmak ve iktisat üzerinde devlet kontrolünü kurmak için benimsediklerini belirtir; bununla birlikte, kendilerini tam anlamıyla komünist olarak tanımlamazlar çünkü ortak mülkiyet henüz yoktur.

Stalinizm[değiştir | kaynağı değiştir]

Ana madde: Stalinizm
Sosyalizmin Stalinist versiyonu, bazı önemli değişikliklerle birlikte Sovyetler Birliğini ve dünya çapındaki Komünist Partileri şekillendirdi. Bu görüş büyük bir sanayileşme ve kamulaştırma programıyla komünizmi kurma ihtimali üzerinde duruyordu. Sanayinin hızlı gelişimi ve hepsinin ötesinde Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı’nı kazanması, bu bakış açısına dünya çapında bir destek sağladı ve hatta Stalin’in ölümünü izleyen on yılda, parti otuz yıl içinde komünizmin kurulmasını vadeden bir program benimsedi.
Bununla birlikte Stalin’in önderliğindeki Sovyet modelin iskeletiyle komünizme ulaşma düşüncesindeki bazı gedikleri kanıtlar gösterdi. Stalin Sovyetler Birliği’nde hayatın yönünü kontrol eden baskıcı bir devlet kurdu. Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nin yeni lideri Nikita Kruşçev bu baskının büyüklüğünü kabul etti. Daha sonra bu büyüme azaldı, devlet memurları arasında Sovyet sisteminde gediklere yol açan rantçılık ve bozulma arttı.
Komintern’in faaliyetine rağmen, Sovyet Komünist Partisi Stalinist bir kuram olan “tek ülkede sosyalizm”i benimsedi. Sınıf mücadelesinin sosyalizmde daha zorlaşacağını söyleyen Stalinist görüşe göre eğer gerekliyse tek ülkede sosyalizmi kurmak mümkündü. Marksist enternasyonalizmden bu kopuş, “sürekli devrim” kuramını ortaya atarak dünya devriminin gerekliliğini vurgulayan Leon Troçki tarafından eleştirildi.

Troçkizm[değiştir | kaynağı değiştir]

Ana madde: Troçkizm
Troçki ve destekçileri “Sol Muhalefet”i oluşturdular ve platformları Troçkizm olarak anıldı. Fakat Stalin Sovyet rejiminin tam kontrolünü ele geçirmeyi başardı ve onların Stalin’i iktidardan indirme girişimleri 1929 yılında Troçki’nin sürgün edilmesiyle sonuçlandı. Troçki’nin sürgün edilmesinin ardından, dünya komünizmi iki farklı fraksiyona ayrıldı: Stalinizm ve Troçkizm. Troçki daha sonra 1938’de Komintern’e bir meydan okuma olan Dördüncü Enternasyonal ’i kurdu.
Bugün Troçkizm’i izleyen bazılarına göre, bu ideoloji Sovyet bloğundaki Komünist çevrelerde Stalin’in ölümünden sonra bile kabul görmemiş ve Troçki’nin komünizm konusundaki açıklamaları devleti yıkacak koşulları hazırlayacak siyasî bir devrime önderlik etmede başarılı olmamıştır. Bununla birlikte Troçkist fikirler sosyal değişim deneyimleri yaşayan ülkelerde (örneğin Venezuela’nın başbakanı Hugo Chavez’le ilişkisi olan Alan Woods'un Marksist Enternasyonal Komitesi gibi) zaman zaman yankı bulmaktadır. Büyük Britanya, Fransa, İspanya ve Almanya gibi gelişmiş ülkelerde birçok parti politik arenadadır. Kapitalizmin destekçisi olan partilere katkıda bulunan Troçkist grupların, böyle davranılmasını uygun bulmayan diğer Troçkistler tarafından oportünizmle (fırsatçılık) suçlandığını unutmamak gerekir.

Soğuk Savaş Yılları[değiştir | kaynağı değiştir]

Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan galibiyetle çıkmasının ardından Doğu Avrupa’da önemli müttefikler kazanmasıyla birlikte, komünizm hareketi birkaç yeni ülkede daha başladı ve Maoizm gibi birkaç değişik komünizm düşüncesinin yükselmesine de yardımcı oldu.
Sosyalizm birçok yeni ülkenin Sovyetlere eklenmesiyle ve Doğu Avrupa’ya yayılarak güçlendi. ArnavutlukBulgaristanÇekoslavakyaDoğu AlmanyaPolonya,Macaristan ve Romanya’da Sovyet Komünizmi örnek alınarak yönetimler kuruldu. Yugoslavya’da da Josip Tito’nun önderliğinde komünist bir yönetim yaratıldı ama Tito’nun bağımsız politikaları, Yugoslavya’nın Komintern’in yerine kurulan Kominform’dan çıkarılmasına yol açtı. Titoizm hareketi de deviasyonist (sapma) olarak adlandırıldı.
1950 itibariyle Çin Marksistleri Tayvan hariç tüm Çin ellerinde tutarak, dünyanın en kalabalık ülkesini yönetiyorlardı. Diğer bölgelerdeki komünist güçler, emperyalist dünya üzerinde huzursuzluk yaratıyor ve emperyalistler Orta Asya’daki ve Afrika’daki huzursuzlukları bastırmak için savaşa başvuruyorlardı. Bunların en acı sonuçlar doğuranlarından birisi Vietnam Savaşı ’dır. Değişik oranlarda başarılar sağlayan Komünistler, bu fakir ülkelerdeki ulusal ve sosyalist güçlerle birlikte Batı emperyalizmine karşı savaş verdiler.

Maoculuk[değiştir | kaynağı değiştir]

Ana madde: Maoculuk
1953’te Stalin’in ölümünün ardından, Sovyetler Birliği’nin yeni önderi Nikita Kruşçev, Stalin’in suçlarını ve yaptığı kişisel propagandayı ifşa etti. Lenin’in prensiplerine geri dönüş çağrısı yaptı ve böylece Komünist yöntemlerdeki bazı değişiklikleri haber vermiş oldu. Bununla birlikte, Kruşçev’in ıslahatları özellikle 1960'lar ve 1970'lerde daha görünür hale gelen Çin ve Sovyetler Birliği arasındaki ideolojik farkları arttırdı. Uluslararası Marksist hareketteki Çin-Sovyet bölünmesi açık bir düşmanlığa dönüşürken, Maoist Çin kendisini gelişmemiş dünyanın iki süpergüç olan ABD ve Sovyetler Birliği karşısındaki önderi olarak gösterdi ve Maoculuk dünyada Marksizm'in yeni bir dalı olarak kabul edildi.

Sovyetler Birliği’nin Dağılması ve Günümüzde Marksizm[değiştir | kaynağı değiştir]

1985 yılında Mihail Gorbaçov Sovyetler Birliği’nin önderi oldu ve glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılandırma) projeleriyle merkezi kontrolü azalttı. Polonya, Doğu Almanya, Çekoslavakya, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan Komünist yönetimi 1990 yılında terk ettiklerinde Sovyetler Birliği onlara müdahale etmedi ve 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin kendisi de dağıldı.
21. yüzyılın başıyla birlikte, Komünist partiler Çin, Küba, Laos, Kuzey Kore ve Vietnam’da iktidardalar. Moldova’nın başkanı Vladimir Voronin Moldova Komünist Partisi’nin üyesi olmakla birlikte ülke tek parti önderliğinde yönetilmiyor. Bununla birlikte Çin, Maocu mirasın birçok bakış açısını yeniden değerlendirdi ve Çin, iktisatta büyümeyi arttırmak için devlet kontrolünü azalttı. Komünist partiler ya da onların izleyicileri, birçok Avrupa ülkesinde ve özellikle de Hindistan’da siyasi olarak hala önemlerini koruyorlar.
Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalist devrimlerin ardından komünizmin neden başarılı olamadığına dair Marksist teoriler, kapitalist dış ülkelerin baskısı, devrimlerin gerçekleştiği ülkelerin görece az gelişmiş olması ve devleti kendi çıkarları doğrultusunda yöneten yeni bir bürokratik tabaka ya da sınıfın oluşması gibi etkenler üzerinde durmaktadır. Sovyetler Birliği’ne ve Sovyet sistemine yönelik Marksist eleştiriler, Sosyalist devletlerin “devlet kapitalizmi” ya da bürokratik diktatörlük haline geldiğini ve Sovyet sisteminin Marx’ın komünist idealinden çok uzağa düştüğünü söylemektedir. Devletin ve partinin bürokratik seçkinlerinin ağır bir şekilde merkezileşmiş ve baskıcı bir siyasal araç haline gelmiş aygıtta bürokrasinin sınıflı sisteme özgü bir sınıfmış gibi hareket etmeye başladığı vurgulanır.
Marksist olmayanlar ise devlet kapitalizmi terimini Komünist Parti tarafından yönetilen tüm topluluklar ve böyle ulus-devletler yaratma niyetinde olan herhangi bir parti için kullanırlar. Sosyal bilimlerde, Komünist Partiler tarafından yönetilen topluluklar tek partili yönetimlerinden ve sosyalist iktisadi tabanlarından dolayı ayrı tutulurlar. Antikomünistler böyle toplumlar için totaliterlik terimini kullansalar da, birçok sosyal bilimci böyle devletlerde bağımsız politik faaliyetler yürütmenin imkânlarını tanımlamışlar ve bunun gelişimini 1980ler ve 90ların başında Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki müttefiklerinin dağılmasından sonrasına kadar vurgulamışlardır. Kaldı ki, zaten Marx'a göre proletarya diktatörlüğü, komünizm aşamasına ulaşmak için geçilmesi gereken bir aşamadır. Dolayısı ile burjuva düzenlerinde olduğu gibi çok partili bir sistem kurulması zaten mümkün değildir. Bazı komünistler, sosyalist bir yönetimin totaliter bir yönetime dönüşmesinin, ancak halkın yönetime katılmasının engellenmesi ile olabileceğini savunmaktadırlar.
Bugün Marksistler ve anarşistler dünyanın pek çok bölgesinde faaliyettelerdir.Latin Amerika'da marxsizm gelişmiştir. Bugün; Küba, Venezuela, Bolivya, Çin, Kuzey Kore, Laos, Vietnam, Moldova ve Nikaragua sosyalist ve komünist partilerin iktidarlarıyla yönetilmektedir.

Komünizmin eleştirisi[değiştir | kaynağı değiştir]

Çok çeşitli görüşlerdeki yazarlar ve siyasi eylemciler antikomünist eserler yayımlamışlar. Sovyet bloğuna muhalif olan Aleksandr Solzenitsin ve Vaclav Havel; Friedrich Hayek, Ludwig von Mises ve Milton Friedman gibi ekonomistler; Hannah Arendt, Robert Conquest, Daniel Pipes ve R. J. Rummel gibi tarihçiler ve sosyal bilimciler bunlardan bazılarıdır. Bazı yazarlar Komünist rejimle yönetilen ülkelerdeki, özellikle de Stalin dönemindeki insan hakları ihlallerini komünizmin eleştirisi olarak sunmaktadır. Fakat bunu eleştiren insanların büyük kısmının, kapitalist ülkelerin yaptığı insan hakları ihlallerine değinmemesi, bu tür eleştirilerin komünistler başta olmak üzere bazı insanlar tarafından antikomünist propaganda olarak yorumlanmasına yol açmaktadır.
Bu eleştirilerin bazıları, komünist partilere karşı doğru noktalara değinmekle birlikte, hepsinin bilimsel bir yaklaşım olarak komünizme karşı geçerli olamadıkları iddia edilmektedir. Ve Varşova Paktı'na dahil olmayan birçok komünist partisi arasında çok önemli farklılıklar vardır; bundan dolayı hiçbir eleştiri hepsi için geçerli olamaz.
Birçok ülkede komünizmle mücadele, fikri eleştirilerle sınırlı kalmamış, fiziksel karşı koyuşlarla da çerçevesini genişletmiştir.