Lanetlenmiş ötekinin biricik geleceği
Nazım Hikmet'ten Yaşar Kemal'e; Ahmet Kaya'danHrant Dink'e
kadar uzanan bir gelenektir bu. Duymak istediklerini duymayan bir
devlet baba(!) ve onun çocuklarının, üvey evlatlarına ettiği
işkencelerin bütünü de denebilir aslında. Hapislere sürülen, öldüren,
sürgün ettirilen, yani türlü yollarla susturulması istenmiş binlerce
dâhiyane çocuğun yürek acısı. Hepsi bir beyaz sayfanın üzerine mürekkep
gibi döküldüğünde ortaya kocaman bir "Öteki" yazısı çıkar ki; bunun
tarihini yazmaya ne bir yazarın ömrü, ne de bir kütüphane yeter.
Peki
bu dahiyane çocuklar, neden hiç susmazlar? Kimi zaman karşılarına
koskoca toplumu alabileceklerini, lanetleneceklerini bilmelerine rağmen
neden hep o, kendi bildikleri doğrunun uğrunda eğilmeden, bükülmeden
yazıp çizmeye devam ederler?
Karl Marx, "Lanetlenmeyi göze alamayan bir insan, hiçbir şey yapamaz" diyor bu durum için. Özellikle ülkemiz açısından düşünüldüğünde pek çok yazarın, düşünürün ve sanatçının yaptığı dalanetlenmeyi göze almak değil de nedir?
Çoğu
zaman lanetlenmekten de öte, devlet ve toplum tarafından katli vacip
durumuna gelmek pahasına düşüncelerinden dönmeyen bu insanlar,
ötekileştirilme serüveninde hangi umuda bel bağlayıp direnmişlerdir
sahiden?
Edebiyatımızın usta kalemlerinden Yaşar Kemal'în İnce Memed eserinde yer alan Hürü Ana, "Demir olsam çürürdüm, toprak oldum dayandım" diyor
yaşadığı zorlukların üzerinden nasıl geldiğini açıklarken. Ne kadar
güzel bir ifade. İnsan kendinin ve tabiatın özü olan toprağa sığınmaktan
başka, nasıl koruyabilir kendini insanlardan! Muhtemel ki yaşadığı
zamanın ötekisi olmuş tüm insanların da toprağı, hiç durmadan ekip
biçerek özlerinde yeşerttikleri inançları olmuştur.
Frankfurt Okulu'nun ünlü düşünürü Theodor Adorno,"bilmek lanetlenmektir" derken
aslında insanın düşündüğüne ve bildiğine olan inancından dolayı
yaşadığı buhranı anlatır. Her bilginin genişleyerek başka bilgilere de
kapı açacağını düşünürsek; bilgiyle kazanılmış bir inancın, şüphesiz ki
bir toplumda lanetlenmenin son raddesi olduğunu görürüz.
Politikacılar
tarafından devletin vicdanı çoğu zaman sağa, nadiren sola kaysa da,
gerçekleriyle bütünleşmiş aydınların vicdanı hep aynı yerdedir bu
yüzden. Kendini ötekine güdülen düşmanlıkla kutsamış tüm
rejimlerin vicdanı; düşmanın düşman olmaktan çıkmasıyla birlikte
değişime uğrar. Bir an da her şey unutulur, eski düşman dost olur adeta.
Ülkemizde
buna vereceğimiz örnek bir hayli fazladır. Zamanın Cumhuriyetçileri
tarafından vatan hainliğiyle suçlanan Nazım Hikmet'in, şimdilerde en çok
da Cumhuriyetçiler nezdinde kutsallaştırılması, bir zamanlar sırf
Kürtçe şarkı söylemek istediği için halk düşmanı ilan edilen ve akabinde
yurt dışına gitmeye zorlanan Ahmet Kaya'ya günümüzde adeta günah
çıkarırcasına sevgi duyulması hemen akla gelecek örneklerdendir.
Peki
düşmanı hem devlet, hem de toplum kitleleri olan düşünürler için
umuttan bahsedilebilir mi? Kulaktan dolma bilgilerle, kendi mantığından
ziyade toplum üzerinde yaratılmış yapay ideolojiye göre şekil alan güruh
karşısında bilgi ve inancın lanetiyle düşmanlaştırılmış "öteki"nin umudu ne olabilir?
Bu noktada Albert Camus'un, "Yaşama umutsuzluğu yoksa yaşama aşkı da yoktur" sözü
oldukça anlamlıdır. Ötekinin kendine ait umutsuzluğu, yaşamının ana
dinamiğine döndüğünde karşı karşıya kaldığı zorluklar bir umutsuzluk ve
tatminsizlik getirse de aslında ona gizli bir yaşam bilgeliği ve yaşam
aşkı da yüklemektedir.Çünkü bildiğini saklamayan ve bunu dile getirdiği
ölçüde toplumdan uzaklaştırılan düşünür, belli bir süre sonra
yalnızlığın da etkisiyle artık kendini anlatmaya çalıştığı toplumun
dilinden, zamanından ve uzamından da iyice ayrılmıştır. Bu ise başka bir
gözle dünyaya bağlanmanın yolunu açar onlara.
Yani bu güne ait olamayan lanetli ötekiler, geleceğe diker gözlerini.
Kendi
yaşadığı döneme olmasa bile geleceğin anlayışına dair bir kaybedişe
razı olmanın verdiği bilgelikle yaşarlar hayatı. Gelecek, hiç kimseye
bahşedilmediği için lanetleyecek kimse yoktur artık. Her eylem bunun
içindir. Gelecek, ötekinin biriciğidir.
Yaşadıkları döneme direnen tüm lanetliler, yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla, kendilerini lanetleyenlerden, bir nevi intikam alırlar. Bir gün mutlaka geleceğin, geçmişin yapay algısını yıkıp kendilerine ulaşacağını bilir. Nazım Hikmet'in dediği gibi, "Gelecek günler için gökten ayet inmedi bize. Onu biz kendimiz vaad ettik, kendimize."
İşte
bu kendiliğinden gelen inanç, her seferinde bozar laneti. Fakat
ötekileşmiş pek çok lanetliye göremediği gelecekten geriye, bedenine ve
ruhuna saplanmış onca yalnızlık ve acı kalır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder