9 Aralık 2014 Salı

Lanetlenmiş ötekinin biricik geleceği


Nazım Hikmet'ten Yaşar Kemal'e; Ahmet Kaya'danHrant Dink'e kadar uzanan bir gelenektir bu. Duymak istediklerini duymayan bir devlet baba(!) ve onun çocuklarının, üvey evlatlarına ettiği işkencelerin bütünü de denebilir aslında.  Hapislere sürülen, öldüren, sürgün ettirilen,  yani türlü yollarla susturulması istenmiş binlerce dâhiyane çocuğun yürek acısı. Hepsi bir beyaz sayfanın üzerine mürekkep gibi döküldüğünde ortaya kocaman bir "Öteki" yazısı çıkar ki; bunun tarihini yazmaya ne bir yazarın ömrü, ne de bir kütüphane yeter.
Peki bu dahiyane çocuklar, neden hiç susmazlar? Kimi zaman karşılarına koskoca toplumu alabileceklerini, lanetleneceklerini bilmelerine rağmen neden hep o, kendi bildikleri doğrunun uğrunda eğilmeden, bükülmeden yazıp çizmeye devam ederler?
Karl Marx, "Lanetlenmeyi göze alamayan bir insan, hiçbir şey yapamazdiyor bu durum için. Özellikle ülkemiz açısından düşünüldüğünde pek çok yazarın, düşünürün ve sanatçının yaptığı dalanetlenmeyi göze almak değil de nedir?  
Çoğu zaman lanetlenmekten de öte, devlet ve toplum tarafından katli vacip durumuna gelmek pahasına düşüncelerinden dönmeyen bu insanlar, ötekileştirilme serüveninde hangi umuda bel bağlayıp direnmişlerdir sahiden?
Edebiyatımızın usta kalemlerinden Yaşar Kemal'în İnce Memed eserinde yer alan Hürü Ana, "Demir olsam çürürdüm, toprak oldum dayandım" diyor yaşadığı zorlukların üzerinden nasıl geldiğini açıklarken. Ne kadar güzel bir ifade. İnsan kendinin ve tabiatın özü olan toprağa sığınmaktan başka, nasıl koruyabilir kendini insanlardan! Muhtemel ki yaşadığı zamanın ötekisi olmuş tüm insanların da toprağı, hiç durmadan ekip biçerek özlerinde yeşerttikleri inançları olmuştur.
Frankfurt Okulu'nun ünlü düşünürü Theodor Adorno,"bilmek lanetlenmektirderken aslında insanın düşündüğüne ve bildiğine olan inancından dolayı yaşadığı buhranı anlatır. Her bilginin genişleyerek başka bilgilere de kapı açacağını düşünürsek; bilgiyle kazanılmış bir inancın, şüphesiz ki bir toplumda lanetlenmenin son raddesi olduğunu görürüz.
Politikacılar tarafından devletin vicdanı çoğu zaman sağa, nadiren sola kaysa da, gerçekleriyle bütünleşmiş aydınların vicdanı hep aynı yerdedir bu yüzden. Kendini ötekine güdülen düşmanlıkla kutsamış tüm rejimlerin vicdanı; düşmanın düşman olmaktan çıkmasıyla birlikte değişime uğrar. Bir an da her şey unutulur, eski düşman dost olur adeta.
Ülkemizde buna vereceğimiz örnek bir hayli fazladır. Zamanın Cumhuriyetçileri tarafından vatan hainliğiyle suçlanan Nazım Hikmet'in, şimdilerde en çok da Cumhuriyetçiler nezdinde kutsallaştırılması, bir zamanlar sırf Kürtçe şarkı söylemek istediği için halk düşmanı ilan edilen ve akabinde yurt dışına gitmeye zorlanan Ahmet Kaya'ya günümüzde adeta günah çıkarırcasına sevgi duyulması hemen akla gelecek örneklerdendir.
Peki düşmanı hem devlet, hem de toplum kitleleri olan düşünürler için umuttan bahsedilebilir mi? Kulaktan dolma bilgilerle, kendi mantığından ziyade toplum üzerinde yaratılmış yapay ideolojiye göre şekil alan güruh karşısında bilgi ve inancın lanetiyle düşmanlaştırılmış "öteki"nin umudu ne olabilir?
Bu noktada Albert Camus'un, "Yaşama umutsuzluğu yoksa yaşama aşkı da yoktur" sözü oldukça anlamlıdır. Ötekinin kendine ait umutsuzluğu, yaşamının ana dinamiğine döndüğünde karşı karşıya kaldığı zorluklar bir umutsuzluk ve tatminsizlik getirse de aslında ona gizli bir yaşam bilgeliği ve yaşam aşkı da yüklemektedir.Çünkü bildiğini saklamayan ve bunu dile getirdiği ölçüde toplumdan uzaklaştırılan düşünür, belli bir süre sonra yalnızlığın da etkisiyle artık kendini anlatmaya çalıştığı toplumun dilinden, zamanından ve uzamından da iyice ayrılmıştır. Bu ise başka bir gözle dünyaya bağlanmanın yolunu açar onlara.
Yani bu güne ait olamayan lanetli ötekiler, geleceğe diker gözlerini.
Kendi yaşadığı döneme olmasa bile geleceğin anlayışına dair bir kaybedişe razı olmanın verdiği bilgelikle yaşarlar hayatı. Gelecek, hiç kimseye bahşedilmediği için lanetleyecek kimse yoktur artık. Her eylem bunun içindir. Gelecek, ötekinin biriciğidir.
Yaşadıkları döneme direnen tüm lanetliler, yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla, kendilerini lanetleyenlerden, bir nevi intikam alırlar. Bir gün mutlaka geleceğin, geçmişin yapay algısını yıkıp kendilerine ulaşacağını bilir. Nazım Hikmet'in dediği gibi, "Gelecek günler için gökten ayet inmedi bize. Onu biz kendimiz vaad ettik, kendimize."
İşte bu kendiliğinden gelen inanç, her seferinde bozar laneti. Fakat ötekileşmiş pek çok lanetliye göremediği gelecekten geriye, bedenine ve ruhuna saplanmış onca yalnızlık ve acı kalır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder