9 Aralık 2014 Salı

Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100 Kişi

500.000'den fazla satmış, 15 dil çevirisi olan, objektif bakış açısıyla değerlendirilmiş ve tüm dünya otoriterlerince kabul görmüş michael h. hart kitabı.

listenin en başında peygamber efendimiz HZ. MUHAMMED yer almaktadır.

liste şu şekilde:

1. muhammed (571-632), islamın kurucusu,
2. isaac newton (1642-1727), modern fiziğin kurucusu
3. jesus christus (7 m.ö.-30), hıristiyan dininin kurucusu
4. gautama buddha (563-483 m.ö.), budizm'in kurucusu
5. konfüçyus (551-479 m.ö.), çinli ahlak ve devlet filozofu
6. paulus (4 m.ö.-64), en büyük hıristiyan misyoner.
7. ts'ai lun (50-114), kağıdın çinli kaşifi
8. johannes gutenberg (1400 öncesi - 1468), matbaanın kaşifi
9. christoph kolomb (1451-1506), amerika’nın en önemli kaşifi
10. albert einstein (1879-1955), 20. asrın en büyük fen bilimcisi (rölativite teorisi)
11. karl marx (1818-1883), komünizmin teorisyeni (friedrich engels ile birlikte)
12. louis pasteur (1822-1895), mikrobiyolojinin kurucusu, koruyucu aşılar yaptı
13. galileo galilei (1564-1642), teleskop astronomisinin kurucusu
14. aristo (384-322 m.ö.), batı felsefesine mantığı soktu
15. lenin (1870-1924), bolşevik gücü rusya'da başarıya ulaştırdı.
16. musa (1300 m.ö.), yahudi monoteizmini kanunlaştırdı, yahudileri mısır'dan çıkardı.
17. charles darwin (1809-1882), modern evrim teorisinin kurucusu.
18. shih huang ti (260-209 m.ö.), ilk birleşik çin devletini zorla kurdu.
19. augustus (63 m.ö. -14), roma imparatorluğunun önemli hükümdarı.
20. mao tse-tung (1893-1976), çin komünizminin kurucusu
21. cengiz han (1167-1227), moğol imparatorluğunun kurucusu.
22. öklid (365-300 m.ö.), geometrinin kurucusu
23. martin luther (1483-1546), protestan reformcu
24. nikolaus kopernikus (1473 - 1543), modern astronominin kurucusu
25. james watt (1736-1819), buharlı makinanın kaşifi.
26. büyük konstantin (280 sonrası 337'e kadar), roma imparatorluğunun ilk hıristiyan kayzeri.
27. george washington (1732-1799), abd'yi bağımsızlığına kavuşturdu; ilk amerikan başkan.
28. michael faraday (1791-1867), elektromanyetizmin, motor ve jeneratörün prensiplerinin kaşifi.
29. james c. maxwell (1831-1879), elektromanyetizmin kanunlarını keşfetti.
30. wright kardeşler, orville (1871 ila 1948) ve wilbur (1867-1912), ilk motorlu uçağı yaptılar.
31. antoine lavoisier (1743-1794), modern kimyanın kurucusu (elementar analiz).
32. sigmund freud (1856-1939). psikanalizin kurucusu.
33. büyük iskender (356-323 m.ö.), şarkta yunan kültürünü yaydı.
34. i. napolyon (1769-1821), napolyon kodunu oluşturdu, birçok modern kanun kitaplarının örneği.
35. adolf hitler (1889-1945), ikinci dünya savaşı'nı çıkardı.
36. william shakespeare (1563 ila 1616), dünya edebiyatının en önemli drama yazarı.
37. adam smith (1723-1790), klasik ulusal ekonominin kurucusu.
38. thomas a. edison (1847-1931). en başarılı kaşif (ampül, elektrik fabrikası, ses kaydı vd.)
39. antoni van leeuwenhoek (1632 ila 1723), mikropları keşfetti.
40. eflatun (427-347 m.ö.), bilgi öğretisi batı felsefesini etkiledi.
41 guglielmo marconi (1847-1937), telsiz-telgrafın kaşifi.
42. ludwig van beethoven (1770 ila 1827), onun yapıtı müziğe yeni boyutlar kazandırdı.
43. werner heisenberg (1901 -1976), kuantum mekaniğinin kurucusu.
44. alexander g. bell (1847-1922], telefonun kaşifi.
45. alexander fleming (1881-1955), penisilini keşfetti.
46. simon bolivar (1783-1830), latin amerika'yı kurtardı.
47. oliver cromwell (1599-1658), onun yönetiminde ingiltere cumhuriyet oldu.
48. john locke (1632-1704), aydınlanma felsefesinin kurucusu
49. michelangelo (1475-1564), rönesans heykel traşçısı, ressam ve mimar
50. ii. urban (1035-1099), papa, haçlı seferleri başlattı.
51. i. ömer (580-644), halife, islam imparatorluğu'nun organizatörü.
52. ashoka (273-236 m.ö.), hindistan'da budizm'i yaydı.
53. augustinus (354-430), kilise hocası
54. max planck (1858-1947), kuantum teorisini formüle etti.
55. johann calvin (1509-1564), kalvinizmin kurucusu
56. william t. g. morton (1819 bis 1868), eter narkozunu tıbba kazandırdı.
57. william harvey (1578-1657), kan dolaşımını keşfetti.
58. henri becquerel (1852-1908) radyoaktiviteyi keşfetti.
59. gregor mendel (1822-1884), kalıtım öğretisini açıkladı.
60. joseph lister (1827-1912), antiseptik yara tedavisini geliştirdi.
61. nikolaus otto (1832-1891), dört taktlı motoru inşa etti
62. louis daguerre (1787-1851), ilk kullanışlı fotoğraf yapma usulünü buldu.
63. josef stalin (1879-1953], sscb'yi vahşi bir baskı ile yönetti.
64. rene descartes (1596-1650), rasyonalizmin savunucusu.
65. julius sezar (100-44 m.ö.), jülyen takvimini yürürlüğe soktu ve galile'yi fethetti.
66. francisco pizarro (1478 ila 1541), inka imparatorluğunu fethetti.
67. hernan cortes (1485-1547), aztek imparatorluğunu fethetti.
68. i. isabella (1451-1504), ispanya'yı birleştirdi ve kolomb'u finanse etti
69. fatih wilhelm (1027 ila 1087), ingiltere'yi fethetti.
70. thomas jefferson (1743-1826). abd'nin bağımsızlık bildirisi'ni formüle etti.
71. jean jacques rousseau (1712-1778), fransız devriminin öncüsü
72. edward jenner (1749-1823), çiçek hastalığı aşısını geliştirdi.
73. wilhelm röntgen (1845-1923), ismiyle maruf röntgen ışınlarını keşfetti.
74. johann sebastian bach (1685 ila 1750), onun kompozisyonları yeni müziğin temelini attı.
75. lao tse (480-390 m.ö.), taoizm'in tebliğcisi.
76. enrico fermi (1901-1954), ilk atom reaktörünü kurdu.
77. thomas malthus (1766-1834), ilk nüfus bilimcisi
78. francis bacon (1561-1626), ingiliz ampirizminin kurucusu.
79. voltaire (1694-1778), avrupa aydınlanmasının en önemli temsilcisi.
80. john f. kennedy (1917-1963), apollo uzay programını başlattı. (aya iniş)
81. gregory pincus (1903-1967). ilk hormonel doğum kontrolü hapını geliştirdi.
82. sui wen ti (541-604), çin'in tekrar birleşmesini sağladı.
83. mani (216-276), fars maniheizminin kurucusu.
84. vasco da gama (1469-1524), hindistan'a giden su yolunu buldu.
85. büyük şarlman (742-814), ortaçağın kutsal roma imparatorluğu'nun kurucusu.
86. büyük kyros (590 ila 529 m.ö.), eski fars dünya imparatorluğunun kurucusu.
87. leonhard eller (1707-1783), matematik ve fizik arasındaki ilişkiyi buldu.
88. niccolo makyavelli (1469-1527), rönesansın devlet filozofu.
89. zerdüşt (628-553 m.ö.), farslı din kurucusu.
90. menes (3100 m.ö.), mısır'ın kuzey ve güney imparatorluklarını birleştirdi.
91. deli petro (1672-1725). rusya'yı batıya açtı.
92. meng tzu (372-289 m.ö.), aydınlanmış bir yönetimin çinli savunucusu.
93 john dalton (1766-1844), modern atom teorisinin kurucusu.
94. homer (800 m.ö.), 'ilyada' ve 'odyssee' yapıtlarıyla ölümsüz oldu.
95. i. elisabeth (1533-1603), büyük biritanya'yı bir dünya gücü haline getirdi.
96. i. jüstinyanus (487-565), roma hukukunu yazılı hale getirdi.
97. johannes kepler (1571-1630), gezegenlerin yörüngelerinin kanunlarını buldu.
98. pablo picasso (1881-1973), modern ressamlığın kurucusu.
99. mahawira (477 m.ö.), hindli jainizmin kurucusu.
100. niels bohr (1885-1962), ilk atom modelini geliştirdi.

Karl Marx 


Komünizmin kurucularından olan Karl Marx5 Mayıs 1818’deAlmanya’nın Trier kentinde doğdu. Babası avukat Hirschel Marx, annesi Henrietta Marx idi.
Ailesi Karl henüz bir çocukken Yahudilikten vazgeçip, Protestanlığı seçti. Trier’de klasik eğitimini tamamlamış olan Karl Marx, daha sonraBonn Üniversitesinde hukuk okudu ama felsefeye olan ilgisi onu bu disiplinden uzak tuttu. Beş yıl boyunca "Aydınların metropolü" Berlin’de yaşadı.
Berlin'den ayrılmasının ardından, bonn’da Rheinische Zeitung adlı bir gazetenin editörlüğünü yaptı. Sonraları radikal bir gazete, Franco-German Annals'ı çıkarabilmek için 1843’te Paris’e gitti. Paris’e gitmeden önce Jenny Von Westphalen’la evlenmişti. Bir yıl sonra yaşam boyu hem arkadaşı hem ortağı olacak Fredrick Engels’le tanıştı. Engels de çalışmalarını sanayi işçileri hakkında yapmaktaydı. O dönemde ikisi de devrimci gruplara dahildiler. Bu sırada Marx, kendini siyasal ekonomi ve Fransız Devrimi tarihini çalışmaya adadı.
Paris’te çıkardığı gazetedeki yazılarından itibaren Marx, işçi sınıfının toplumu özgürlüğüne kavuşturacağını savundu. Bu gazeteler Almanya’da derhal yasaklanmışlardı. 1844’te yayınladığı Ekonomi ve Felsefe Yazmaları’nda dışlanma kavramını sundu ve açıkladı.
1845’te tehlikeli bir devrimci olduğu için Paris’ten atıldı ve Brüksel’e gitti. 1847’de Proudhon’un eserinin eleştirisini yaptığı Yoksulluk Felsefesi’ni yayınladı. Yine 1847’de burada Engels’le birlikte Komünist Manifesto’yu hazırladı. Bu manifesto 1848’de Londra’da Komünist Parti Manifestosu olarak, Şubat devriminden hemen önce işçi sendikalarınca benimsendi.
Belçika’dan da sürülen Marx, çalışmalarını arka plana itip harekete katılmak üzere bir süre Fransa’ya gitti. Oradan Almanya’nınCologne kentine gelerek Engels’le birlikte Neue Rheinische Zeitung Gazetesini çıkarmaya başladı. 1848 basın özgürlüğü’nden en iyi yararlanan gazete bu oldu. 1849’da hayatının kalanını geçireceği Londra’ya gitti. Gazeteyi çıkarmaya burada bir süre daha devam etti. Aynı zamanda Avrupa politikası editörü olarak New York Tribune gazetesine düzenli olarak yazmaya devam ediyordu, bu iş Amerikan sivil savaşının patlak vermesine kadar sürdü.
2 Aralık darbesi onu Louise Bonaparte’ın 18. Brumaire’ini yazmaya sevk etti. 1859’da siyasal ekonomi çalışmaları ilk meyvesini verdi: Ekonomi Politikası Eleştirilerine Bir Katkı, İlk Bölüm. Bu çalışması yeni bakış açıları getirdi. Nihayet 1967’de KapitalBir Ekonomi Politikası Eleştirisi, İlk Bölüm yayınlandı. Hayatını adadığı çalışmaları bu eserde bir araya gelmişti.
--
Bu güne kadar yapılmış ve bu günden sonra yapılacak tüm sosyalizm çalışmalarının kaynağı ve mücadele edilmesi gerek bir metin olan Kapital, işçi sınıfının siyasal ekonomisinin bilimsel araştırmalar ve bulgularla desteklenmiş halidir. Sermaye ve emek arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk çalışmadır, işçilerin sanayinin bir parçası olarak sunulması, fazla mesai, kadın ve çocukların emekleri ilk defa bu eserde konu edilmiştir.
--
Karl Marx, yıllarca Alman yazarlar arasındaki "en iyi alçak" olarak görüldü. Marx, çalışmalarının yanı sıra işçi hareketlerine katıldı. Uluslararası İşçi Derneği’nin kurucularındandı. Fransa’daki 1871 seçimlerinde hareketinin bozguna uğramasıyla daha da kötüye giden sağlığı, Marx’ın Kapital’in kalan iki bölümünü tamamlamasına engel oldu.
Marx ailesinin hayatı kirayı zor ödeyecek şekilde geçti. Jenny ve Karl Marx’ın altı çocuğu vardı. Jenny ve kızları Eleanor, Karl’a çalışmalarında yardım ediyorlardı. Zaten Karl’da günlerini British Museum’daki kütüphanede çalışarak geçiriyordu. Daha sonra bir öğretmen olmak üzere evden ayrılan Eleanor, 1881’de ikisine hasta olan anne ve babasına bakmak için eve döndü. Karl Marx, 14 Mart 1883'de Londra’da öldü.

Lanetlenmiş ötekinin biricik geleceği


Nazım Hikmet'ten Yaşar Kemal'e; Ahmet Kaya'danHrant Dink'e kadar uzanan bir gelenektir bu. Duymak istediklerini duymayan bir devlet baba(!) ve onun çocuklarının, üvey evlatlarına ettiği işkencelerin bütünü de denebilir aslında.  Hapislere sürülen, öldüren, sürgün ettirilen,  yani türlü yollarla susturulması istenmiş binlerce dâhiyane çocuğun yürek acısı. Hepsi bir beyaz sayfanın üzerine mürekkep gibi döküldüğünde ortaya kocaman bir "Öteki" yazısı çıkar ki; bunun tarihini yazmaya ne bir yazarın ömrü, ne de bir kütüphane yeter.
Peki bu dahiyane çocuklar, neden hiç susmazlar? Kimi zaman karşılarına koskoca toplumu alabileceklerini, lanetleneceklerini bilmelerine rağmen neden hep o, kendi bildikleri doğrunun uğrunda eğilmeden, bükülmeden yazıp çizmeye devam ederler?
Karl Marx, "Lanetlenmeyi göze alamayan bir insan, hiçbir şey yapamazdiyor bu durum için. Özellikle ülkemiz açısından düşünüldüğünde pek çok yazarın, düşünürün ve sanatçının yaptığı dalanetlenmeyi göze almak değil de nedir?  
Çoğu zaman lanetlenmekten de öte, devlet ve toplum tarafından katli vacip durumuna gelmek pahasına düşüncelerinden dönmeyen bu insanlar, ötekileştirilme serüveninde hangi umuda bel bağlayıp direnmişlerdir sahiden?
Edebiyatımızın usta kalemlerinden Yaşar Kemal'în İnce Memed eserinde yer alan Hürü Ana, "Demir olsam çürürdüm, toprak oldum dayandım" diyor yaşadığı zorlukların üzerinden nasıl geldiğini açıklarken. Ne kadar güzel bir ifade. İnsan kendinin ve tabiatın özü olan toprağa sığınmaktan başka, nasıl koruyabilir kendini insanlardan! Muhtemel ki yaşadığı zamanın ötekisi olmuş tüm insanların da toprağı, hiç durmadan ekip biçerek özlerinde yeşerttikleri inançları olmuştur.
Frankfurt Okulu'nun ünlü düşünürü Theodor Adorno,"bilmek lanetlenmektirderken aslında insanın düşündüğüne ve bildiğine olan inancından dolayı yaşadığı buhranı anlatır. Her bilginin genişleyerek başka bilgilere de kapı açacağını düşünürsek; bilgiyle kazanılmış bir inancın, şüphesiz ki bir toplumda lanetlenmenin son raddesi olduğunu görürüz.
Politikacılar tarafından devletin vicdanı çoğu zaman sağa, nadiren sola kaysa da, gerçekleriyle bütünleşmiş aydınların vicdanı hep aynı yerdedir bu yüzden. Kendini ötekine güdülen düşmanlıkla kutsamış tüm rejimlerin vicdanı; düşmanın düşman olmaktan çıkmasıyla birlikte değişime uğrar. Bir an da her şey unutulur, eski düşman dost olur adeta.
Ülkemizde buna vereceğimiz örnek bir hayli fazladır. Zamanın Cumhuriyetçileri tarafından vatan hainliğiyle suçlanan Nazım Hikmet'in, şimdilerde en çok da Cumhuriyetçiler nezdinde kutsallaştırılması, bir zamanlar sırf Kürtçe şarkı söylemek istediği için halk düşmanı ilan edilen ve akabinde yurt dışına gitmeye zorlanan Ahmet Kaya'ya günümüzde adeta günah çıkarırcasına sevgi duyulması hemen akla gelecek örneklerdendir.
Peki düşmanı hem devlet, hem de toplum kitleleri olan düşünürler için umuttan bahsedilebilir mi? Kulaktan dolma bilgilerle, kendi mantığından ziyade toplum üzerinde yaratılmış yapay ideolojiye göre şekil alan güruh karşısında bilgi ve inancın lanetiyle düşmanlaştırılmış "öteki"nin umudu ne olabilir?
Bu noktada Albert Camus'un, "Yaşama umutsuzluğu yoksa yaşama aşkı da yoktur" sözü oldukça anlamlıdır. Ötekinin kendine ait umutsuzluğu, yaşamının ana dinamiğine döndüğünde karşı karşıya kaldığı zorluklar bir umutsuzluk ve tatminsizlik getirse de aslında ona gizli bir yaşam bilgeliği ve yaşam aşkı da yüklemektedir.Çünkü bildiğini saklamayan ve bunu dile getirdiği ölçüde toplumdan uzaklaştırılan düşünür, belli bir süre sonra yalnızlığın da etkisiyle artık kendini anlatmaya çalıştığı toplumun dilinden, zamanından ve uzamından da iyice ayrılmıştır. Bu ise başka bir gözle dünyaya bağlanmanın yolunu açar onlara.
Yani bu güne ait olamayan lanetli ötekiler, geleceğe diker gözlerini.
Kendi yaşadığı döneme olmasa bile geleceğin anlayışına dair bir kaybedişe razı olmanın verdiği bilgelikle yaşarlar hayatı. Gelecek, hiç kimseye bahşedilmediği için lanetleyecek kimse yoktur artık. Her eylem bunun içindir. Gelecek, ötekinin biriciğidir.
Yaşadıkları döneme direnen tüm lanetliler, yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla, kendilerini lanetleyenlerden, bir nevi intikam alırlar. Bir gün mutlaka geleceğin, geçmişin yapay algısını yıkıp kendilerine ulaşacağını bilir. Nazım Hikmet'in dediği gibi, "Gelecek günler için gökten ayet inmedi bize. Onu biz kendimiz vaad ettik, kendimize."
İşte bu kendiliğinden gelen inanç, her seferinde bozar laneti. Fakat ötekileşmiş pek çok lanetliye göremediği gelecekten geriye, bedenine ve ruhuna saplanmış onca yalnızlık ve acı kalır. 

Hakikat Arayışı

          

Arayışın Güzelliği

Her insan kendine sormalı: Doğduğumdan beri bana belletilen doğrulara mı inanıyorum hala, yoksa bunları sorgulayabildim mi? Fikrimi savunurken veya hayatımı yaşarken kendi gücüme mi güveniyorum yalnızca, yoksa sırtımı başka bir güce (devlete, dine, çoğunluğa v.b.) mi dayıyorum?
Dikkat ediniz; sağcı dediğimiz tip, çocukluğunda öğrendiği herşeyi genellikle körü körüne savunan bir tiptir. Otoriteye bağlılıktan kaderciliğe, dinsel dogmalardan genel ahlaka, çoğunlukla birlikte hareket etmekten suyun aktığı yöne gitmeye, tarih algısından kimliklere dek çocukluğunda ona ne öğretilmişse gözü kapalı onları savunur.
Sağcı dediğimiz tipin bir başka ayırt edici yanı da daima sırtını başka bir güce dayamasıdır. Bazen reisine, bazen polisine, bazen pipisine, bazen toplum çoğunluğuna, bazen genel ahlak ve namusa, bazen dine dayarlar sırtlarını. Kendilerine ve kendi fikirlerine güvenleri yoktur. Bu yüzden, en yalnız başlarına göründüklerinde bile arkaları kalabalıktır aslında. Onlar, doğrunun zaten bulunduğunu ve çoğunluğun bunu bildiğini varsayar ve sadece inanır, itaat ederler.
Şu hayatta öğrendiğim bir şey varsa, ''doğru''nun ne olduğunun asla tam olarak bilinemeyeceği, önemli olanın doğruya dönük arayışımız olduğudur. Arayışını bitirip mutlak doğruya ulaştığını sanan çıldırıyor. Yobazlık ve acımasızlık o noktada başlıyor işte. Bir cehennem kuruyor ve kendi doğrunu kabul etmeyeni orada sonsuz bir kibirle yakmaya başlıyorsun. Sadece din konusunda değil, örneğin sosyalizm için bile bu böyle.
Mutlak doğru'nun ne olduğunu bildiğine inanıyorsan her türlü kötülüğe bulaşabilirsin. Bu yüzden,esas önemli olan arayışın kendisidir. Bırak teoride bir yerlerin de ucu açık kalsın, zararı yok. Aramaya devam ettikçe zihnimiz açık olur ve gelişir. Bulmak değil aramak önemlidir. Zira herşeyin değiştiği ve hareketin hiç durmadığı bir dünyada aradığını zaten hiçbir zaman bulamazsın. Buldukların da değişir...
Mutlak doğru'ya sahip olduklarına inananlar siyaset de yapamazlar. Siyaset, farklılıkların müzakeresi değil midir biraz da? Sen hayatın anlamını çözmüşsen neyi müzakere edeceksin ki?Kendi doğrunu herkese dayatma derdine dönüşür tüm çaban. Sonu totaliter bir baskı rejimidir. Mutlak Doğrunun olduğu yerde, ona uyanın ulaşacağı bir cennet tasviri de olur. O cennete varıldığında yaşanacak ilk duygu ise kuşkusuz büyük bir hayal kırıklığı olacaktır.
Stalin'in de bir 'cenneti' vardı. Üretici güçler iyice gelişecek ve sonunda tarihin ilerlemesi komünizmevaracaktı. Bunu bir tür hedef gibi algılamıştı. O hedefe nasıl varılacağını da resmi ve mutlak doğru bir teoriyle ilan etmişti. Karşı çıkanları ezip geçti. Oportünistler, hainler, ajanlar, postmodernler, anarşistler, liberaller v.b. tonla suçlama havada uçuştu. Sonunda ne kaldı geriye? Bana cennetini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.
Farklı dinsel cennetler de böyle tarif edilmez mi? Sanki bir çeşit kadın kataloğu. İnci gibi siyah gözler, tomurcuklanmış memeler, yenilenen bekaretler... Daima eşlerine aşık, ondan başkasını görmeyen, sahip olmak için çaba gerektirmeyen sunulmuş kadınlar... Kendine güveni olmayan, insanı mülk edinme hırsıyla yaşamış, kimseyle duygusal olarak ilişkilenemeyen, bu yüzden duyguları da körelmiş, kadını tahakküm etmekte erotik bir haz bulan, annesiz oğlanlar için harika bir tarif! Kendi cennetini, mülk edindiği kadının cehennemi üzerine bina eden bir vicdansızlık abidesi değil mi bu?
Mutlak Doğru'yu açlıkla isteyip arayışın kendisini tehdit gibi algılayanların patolojik bir karakter yapısına sahip olmaları sık rastlanan bir durumdur. Böylelerinin cenneti bile sakattır
Mutlak Doğru yoktur. Hakikate ilişkin bitmeyen bir arayış vardır. Güzel olan da budur zaten

4 Aralık 2014 Perşembe

Ünlü Filozoflar ve Felsefi Görüşleri 2

Kendini bilmek, tüm bilgeliğin başlangıcıdır.Aristoteles(Mö.384- Mö.322)
Sorgulanmayan yaşam yaşanmaya değer değildir. Sokrates (Mö. 470-399)
Özler(varlıklar) gereksiz yere çoğaltılmamalıdır. Ockham’lı William  (1285 – 1349?)
Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabileceği kadardır. Mevlana(1207-1273)
Büyük fikirleri düşünenler büyük hatalar yaparlar. Martin Heidegger(1889-1976)
Uzun bir yolculuk tek bir adımla başlar. Konfüçyüs (MÖ.551 -479)
Zeki adamlar söyleyecek bir şeyleri olduğu için konuşurlar. Aptallar, konuşmaları gerektiği için. Platon  (M.Ö. 427-347)
Merak bir filozofun en düşkün olduğu şeydir. Çünkü felsefenin bundan başka bir başlangıcı yoktur. Platon (M.Ö. 427-347)
İnsan “ne ise o olmayı” reddeden tek yaratıktır. Albert Camus (1913 – 1960)
Hakiki ve ciddi bir tek felsefi sorun vardır: İntihar. Hayatın yaşamaya değer olup olmadığını yargılamak, bu felsefenin temel sorusunu oluşturur.  Albert Camus (1913 – 1960)
Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz Heraklit (Mö. 540 – 480)
Havaya atılan bir taş düşünebilseydi kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı. Baruch Spinoza(1632-1677)
Cogito ergo Sum: Düşünüyorum, o halde varım. René Descartes (1596 – 1650)
Esse Est Percipi- Var olmak algılamaktır. …Ağaçlar algılayan birileri olduğu sürece vardırlar. Ormanda Bir Ağaç Devrilse Kimse Duyar mı?… George Berkeley (1685 – 1753)
Olabilecek dünyaların en iyisinde yaşıyoruz- Gottfried Wilhelm Leibniz (1646 – 1716)
Minerva’nın Baykuşu kanatlarını ancak gün batarken açar.  G.W.F. Hegel (1770 – 1831)
Devlet olmadan  insanın yaşamı yalnız, fakir, mutsuz ve kısadır. Thomas Hobbes (1588 – 1679)
Tanrı öldü. Friedrich Nietzsche (1844 – 1900)
Bir filozof söyledikleri ya da yazdıklarıyla tanınmamalı, nasıl yaşadığıyla, hatta yürüyüşüyle tanınmalıdır. Friedrich Nietzsche (1844 – 1900)
Delilik, kişide seyrek görülür; ancak gruplar, partiler, uluslar, çağlar için bir kural halindedir..Friedrich Nietzsche (1844 – 1900)
Dünyada görmeyi istediğiniz değişimin kendisi olunuz. Mahatma Gandhi (2 Ekim 1869 – 30 Ocak 1948)
özlü sözlerİnsanoğlu  kainat dediğimiz bütünün bir parçasıdır, zaman ve mekanla sınırlanmış bir parça… Kendi benliğimizi, düşüncelerimizi ve duygularımızı her şeyden soyutlanmış hissediyoruz, ve buna bilincin yarattığı bir göz yanılsaması denebilir. Bu yanılsama bizi kişisel arzularımıza ve en yakınımızdaki birkaç kişiye olan bağlılığımıza hapseden bir cezaevi gibidir. Görevimiz, şefkat evrenimizi tüm canlıları ve bütün güzelliğiyle doğayı da kapsayacak şekilde genişleterek, kendimizi bu cezaevinden azat etmek olmalıdır. İnsanoğlu varlığını sürdürecekse yeni bir zihniyete ihtiyacı vardır. Albert Einstein (14 Mart 1879 – 18 Nisan 1955)
İyi veya kötü insan diye bir şey yoktur. İnsanlar iyi veya kötü olmayı düşünceleriyle belirlerler. William Shakespeare (1564- 1616)
Filozoflar dünyayı yalnızca yorumlamışlardır oysa sorun onu değiştirmektir. Karl Marks(1818-1883)
Doğruyu söylersen, hiçbir şeyi hatırlamak zorunda kalmazsın. Mark Twain(1835-1910)
En büyük bilgelik şu andan zevk almayı hayatın en büyük amacı kılmaktır, çünkü tek gerçek budur, başka her şey düşünce oyunudur. Ama bunun en büyük budalalığımız oldugunu da söyleyebiliz, çünkü yalnızca kısa bir süre için var olan ve bir rüya gibi kaybolan içinde bulunduğumuz bu an asla ciddi bir çabaya değmez. – Arthur Schopenhauer(1788- 1860)
Bir kimsenin düşüncesini açıklayamaması köleliktir. Euripides(Mö. 480-406)

Ünlü Filozoflar ve Felsefi Görüşleri

"Doğru ve genel geçer bilgi elde edilebilir. Böyle bir bilginin kaynağı akıldır, düşünmedir." tezini savunun görüşe, akılcılık (rasyonalizm) adı verilir. Bu görüşe göre, akıl yoluyla belirlenmiş zorunlu, kesin, genel geçer bilgi örneği matematik ve mantıktır.

SOKRATES (M.Ö. 469-399)

İlk rasyonalist düşünürdür. Sahip olduğu görüşlere ilişkin hiçbir yazılı eser bırakmamıştır. Onun görüşleri öğrencisi olan Platon'un kitaplarından öğrenilmiştir. Sokrates'e göre bilgilerimiz doğuştandır. Bunu kanıtlamak için hiç matematik bilgisi olmayan bir köleye, yönelttiği sorularla bir geometri öğretemez, ancak onda doğuştan bulunan bilgi ve düşüncelerini uyandırabilir.

Onun bu yöntemine diyalektik (soru-cevap) sanatı denir. Bu yöntem üç aşamadan oluşur: Soru sorma, ironi (alay etme), mayotik (doğurtma).

Sokrates bu yöntemle kavrama ulaşmayı amaçlar. Kavram ile yargılara sağlam bir temel bulacağına inanmıştır. Sokrates'in üzerinde durduğu başlıca konu ahlâk olmuştur. Erdemli olmanın (ahlâklılık) mutlu olmaya vardıracağını, bu nedenle erdemin bilgi olduğunu dile getirmiştir.

PLATON (Eflatun M.Ö. 427-347)

Sokrates'in öğrencisidir. Rasyonalist anlayışı daha sistematik bir yapıya dönüştürmüştür. Platon'a göre iki evren vardır: Biri duyumlanabilen varlık evreni, diğeri akıl ve düşünme yoluyla kavranabilen idealar evrenidir. Asıl gerçeklik idealar evrenidir.

Duyular yoluyla kavranabilen evren, idealar evreninin bir görüntüsü, kopyasıdır. İnsan, gerçek bilgiye, idealar evrenini kavrayarak, yani düşünerek varabilir. Duyumlanan evrenin bilgisi yanıltıcıdır ve görelidir. Bu düşünceleriyle Platon, rasyonalizmi idealizmle özdeşleştirmiştir.

ARİSTOTELES (M.Ö. 384-322)

Platon'un idealizmini eleştirerek rasyonalizmi realist bir anlayışa dönüştürmüştür. Aristoteles, aynı zamanda mantığın kurucusudur. Ona göre mantık, doğruya vardıran bir araçtır. O, mantıklı düşünmeyi tümdengelim olarak değerlendirir. Gerçek bilgi, tümel gerçekliklerden tümdengelim yoluyla elde edilebilirler. Aklın genel gerçekliklerden yola çıkarak buradan tikel ve özel bilgiler elde etmesi, aklın temel fonksiyonudur ve türevidir.

Aristotelese göre iki tür bilgi vardır: Biri deneye, yani yaşarken duyum ve algılarla kazanılan bilgiler, diğeri ise bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi; kavram, yargı ve akıl yürütmeye bağlıdır. Bilimsel bilgi, tek tek var olanlardan kalan bilgi olmayıp, genel ve tümel olanı kavramaya yönelik rasyonel bilgidir.

Aristoteles için akıl da etkin ve edilgen akıl olarak iki yönlü özellik gösterir. Etkin akıl, ideaları kavrar, bilir ve bütün insanlar da ortaktır. Edilgen akıl ise duyu verilerini işler, tümel kavramları oluşturur. Bu akıl bulunduğu bireyin özelliğini taşır.

FARABİ (870-950)

Farabi, İslam Felsefesi'nin kurucusudur. Aristoteles'in felsefesini benimsemiştir. Kuran ile Aristoteles felsefesini uzlaştırmaya çalışmıştır. Bu nedenle Farabi'ye ikinci öğretmen (muallim-i sani) denmiştir.

Farabi'ye göre en gerçek, en yüce varlık Tanrı'dır. Tanrı, var olmasını bir başka şeye borçlu olmayan, varlığını kendinden alan bir özelliğe sahiptir. Diğer varlıklar ise kendi başlarına var olamaz.

Farabi'ye göre Tanrı, hem öz hem de varoluştur. Yaratılanlar, Tanrı'ya en yakın varlıklar olan "akıllar" halinde Tanrı'dan çıkarak, var olurlar. Bu var oluş bir sıra düzenine göre olur. Tanrı'dan çıkan "akıl"lar arasında en önemlisi hep etkin akıldır. Bu akıl, mutlak bilgi ile aynıdır. İlk bilgiler bu etkin akıldan çıkmıştır.

Duyumlara ve mantıksal çıkarımlara dayalı bilgilerin doğruluğundan emin olunamaz. Doğrulukları deneyle kanıtlanmış bilgiler tümel bilgilerdir. Bu bilgiler,doğruluğu aynı zamanda akla dayalı olan gerçek bilgilerdir.

DESCARTES (1596-1650)

Yeniçağ'da rasyonalizmin temsilcisi, Fransız filozofudur. Matematikçidir. Matematikte "Analitik Geometri"nin kurucusudur. Descartes'e göre matematiğin metodunda analiz ve sentez vardır. Bu yol, gerçeği elde etmede kullanılacak en doğru yoldur.

Descartes, insan zihninde doğuştan var olduğunu kabul ettiği gerçeklerden başlanarak ve matematiğin metodu kullanılarak apaçık bilgilere varılabileceğini iddia etmiştir.

Descartes, doğrulara, gerçek bilgilere varmada "şüphe" metodunu kullanmıştır. Kullandığı şüphe, bir amaç değil bir araç şüphesidir. Descartes'e göre şüphe etmek düşünmektir. Şüphe eden kişi düşünüyor demektir. Şüphe eden kişi, şüphe eden benliğinden, yani bilincinden ve bilincinin varlığından şüphe edemez. İşte bu Descartes'e göre ilk elde edilen gerçekliktir. Daha sonra bu yöntemle Tanrı'nın ve varlıkların şüphe edilemeyecek gerçeklikler olduğunu kanıtlar. Kanıtlamalarını hep akıl yoluyla yapar.

LEİBNİZ (1646-1716)

Leibniz bir Alman düşünürüdür. Aynı zamanda bir mantıkçı ve matematikçidir. Ona göre insan bilgisi iki yolla elde edilir: Duyularla ve akıl yoluyla elde edilen bilgiler. Duyu bilgisi, yanıltıcı ve güvenilir olmayan bilgidir. Matematik bilgisi buna örnektir.

Leibniz'e göre her şey Tanrı'dan türemiştir. Tanrı sonsuzdur. İnsan aklı Tanrı bilgisine "çelişmezlik" ilkesi ile varır. Bu tür bilgiler, ezeli ve ebedi hakikatleridir. Bunun yanında olgulara dayalı bilgiler de vardır. Bu bilgiler "yeter sebep" ilkesine dayanırlar. Bu görüşleriyle Leibniz, rasyonalizm ile empirizmi uzlaştırmaya çalışmıştır.

HEGEL (1770-1831)

Hegel'e göre akıl değişmez, mutlak, en güvenilir bilgi kaynağıdır. Akıl, insan düşünmesini ve bilinçsiz doğayı idare eden bir kanundur. Düşünmek, araştırılan ve bilgisi elde edilmek istenen "nesnenin özünü bilmek" etkinliğidir.

Her nesnede görüntüsünün ardında bir de öz vardır. Düşünmek, nesnenin ardındaki bu özü kavramaktır. Hegel'e göre akla uygun olan gerçektir. Akıl, mutlak varlığın ve doğadaki değişmenin bilgisini apaçık olarak vermektedir.

TASAVVUF FELSEFESİ

TASAVVUF FELSEFESİ

Köklerinin Eflâtun (Platon)'da aranması gereken Tasavvuf felsefesine göre evren tek bir varlıktır. Bu tek varlık Tanrı'dır. Ezelî ve ebedî olan, yani sonsuzdan gelip sonsuza giden Tanrı zaman ve mekân (yer) varolmadan önce vardır, hep varolacaktır. Bu tek varlığa, Tanrı'ya, Vücud-i Mutlak denir. Vücud-i Mutlak, yani Tanrı, bütün güzellikleri, iyilikleri, olgunlukları da içerir, onun için de, aynı zamanda, Cemâl-i Mutlak, Hüsn-i Mutlak, Hayr-i Mutlak, Kemâl-i Mutlak'tır. Tanrı önceleri kendi evreninde, güzelliğin görkemiyle çevresine ışık saçmaktaydı. Ama bu güzelliği görecek yoktu. Oysa güzellik görünmek ister. Tanrı da görünmek, Tecelli etmek istemiş, bir aynaya bakar gibi, Adem-i Mutlak'a, yani yokluğa bakmış, "Kün" emrini vermiştir. "Kün", yani ol deyince evren oluşmuştur. Demek ki bu evrende görülen her şey Vücud-i Mutlak'ın Adem-i Mutlak'a yansımasıdır, yani evren Tanrı'nın yoklukta yansıyan görüntüsüdür. Öyleyse insan da Tanrı'nın görüntüsünden bir parçadır, Tanrı'dan bir parçadır. Tanrı o aynadan yüz çevirince, ki aslında o ayna da bir kuruntu, bir hayaldir, bütün evren yok olacaktır. Yani Vücud-i Mutlak Adem-i Mutlak'a bakmadığı anda bu hayal alemi, görüntünün aynadan siliniyi gibi silinecek, o ayna bile yok olacak, yalnızca Tanrı kalacaktır.

Şöyle bir soru geliyor akla: Evren bütün güzellikleri, iyilikleri, olgunlukları içeren Tanrı'nın görüntüsüyse, yeryüzünde gördüğümüz bunca çirkinlik, kötülük, çiğlik nasıl oluşmuş?
Tasavvuf filozofları şöyle diyorlar: Her şey kendi karşıtıyla belirir. Evrendeki tek varlığın, Tanrı'nın Tecellisi, görünmesi için bile, Adem-i Mutlak'a bakarak "Kün" emrini vermesiyle oluşan görüntüde, hem Vücud-i Mutlak'ın, yani varlığın, hem de Adem-i Mutlak'ın yani yokluğun, izleri, özellikleri vardır. Demek ki evrende, dünyada, insanda varlık ile yokluk, gerçek ile hayal, iyilik ile kötülük, güzellik ile çirkinlik, olgunluk ile çiğlik birlikte bulunur. Kötülük olmasa iyilik anlaşılamaz, bilinemezdi. Ama iyilik, güzellik, olgunluk gibi nitelikler gerçektir. Tanrı'nın nitelikleridir, sonsuzdan gelip sonsuza giderler. Kötülük, çirkinlik, çiğlik gibi nitelikler ise hayaldir, geçicidir, Adem-i Mutlak'ın, yani yokluğun nitelikleridir. Gerçek niteliklerin, iyiliğin, güzelliğin, olgunluğun, Tanrı'nın niteliklerinin belirmesi için geçici olarak oluşturulmuşlardır.
Burada insanın nasıl yaşaması gerektiği konusu çıkıyor ortaya: İnsan bu fanî alemde, yani ölümlü dünyada, nasıl yaşamalı?
Evrende, dünyada, insanda kalıcı varlık nitelikleriyle, geçici varlık nitelikleri birlikte bulunduklarına göre, insan kalıcı niteliklere sarılıp geçici niteliklerden arınmaya çalışmalıdır. Kalıcı nitelikler, yaşarken de onu Tanrı'ya yaklaştırır, geçici nitelikler ise onu Tanrı'dan uzaklaştırır, Tanrı ile kullarının arasına girer. İnsanın yeryüzündeki kötülüklerden, çirkinliklerden, çiğliklerden arınması, nefsini yenerek benliğini öldürmesiyle, kendisini Tanrısal aşka vermesiyle sağlanabilir. Dünyadaki geçici niteliklerden arınmayan, kendini Tanrısal aşka vermeyen bir kimsenin, gökten inen bütün kitapları okusa da, namazını niyazını yerine getirse de, Tanrı'ya ulaşması olanaksızdır.
Ama bu hiçbir zaman dünyayı önemsememek anlamına gelmez. Dünya Tanrı'nın görüntüsüdür. Dünyadaki güzellikler, iyilikler, olgunluklar Tanrı nitelikleridir. Bunları da sevmelidir. İnsan dünyada yaşarken de sevmeli, sevilmelidir. Tanrısal aşka giden yolda, Mecaz-i Aşk'ın, yani insansal aşkın da yeri, önemi vardır, ama bu aşkla fazla oyalanmak yolun sonuna ulaşmayı geciktirebilir. İnsansal aşk Tanrısal aşk yolunda çabucak geçilmesi gereken bir köprüdür. O köprü geçilince yolcunun gözleri açılır. Tanrısal aşkın ışığında gerçeğe ulaşır. Artık ne yana baksa Tanrı'nın güzelliğini görür, her yanı Tanrı ile kuşatılmıştır. Gözlerini kendine çevirir, orada da Tanrı vardır. Tanrı'nın varlığına erişmiştir. Böylece insan Fenâfillah, sonra da Bekâbillah derecesine erişmiş olur. Daha ötesi yoktur.
İnsan Tanrı yoluna, tarikata girdikten sonra, davranışlarıyla çeşitli mertebelerden geçer. Hazarât-ı Hams denen bu beş mertebenin (Hazret-i Gayb-i Mutlak, Alem-i Ceberûd, Alem-i Me'ekûd, Alem-i Şehâded, Alem-i İnsan-ı Kâmil) sonuncusu bütün öbür mertebeleri de kapsar. Tasavvuf felsefesinde insana verilen önem, İnsan-ı Kâmil'de doruğuna varır. Bu mertebe Tanrı ile bir olmanın, Fenâfillah, Bekâbillah mertebesinin eşiğidir.

Yaşarken Tanrı varlığında erimiş, Tanrı ile bir olmuş bazı sofiler bu durumları anlatmak için "Enel Hak" (ben Tanrı'yım) derler. Mezhep çatışmalarında, Sünnî-Şiî çekişmelerinde bu söz yüzünden canını vermiş Tasavvuf uluları vardır. X. Yüzyılda İranlı Hallac-ı Mansur bu yüzden asılmış, XV. Yüzyıl başında Bağdatlı Seyyid Nesimî bu yüzden diri diri derisi yüzülerek öldürülmüştür.
Tasavvuf felsefesinde insana verilen önemi anlamak için Devir Kuramı'ndan da söz etmek gerekir. Burada "devir", devremek, dönmek anlamına geliyor. Bu "Dönüş Kuramı"na göre, varlıklar Alem-î Gayb'dan Alem-î Şühud'a indiklerinde, yani yokluk dünyasından varlık dünyasına indiklerinde, önce cansız varlık, sonra bitki, sonra hayvan, sonra da insan biçiminde görünürler. Varlık insan mertebesine yükselince, gerçeği bilmek, aslına kavuşmak özlemi duyar, derece derece yükselerek İnsan-ı Kâmil olur, Tanrı'ya, yani aslına kavuşur. Alem-i Gayb'dan Alem-i Şuhud'a inmeye Seyr-i Nüzul denir. Cansız varlıktan yükselip Tanrı'ya ulaşmak ise Seyr-i Uruç'tur. Bu iniş çıkışa, Tanrı'dan inip Tanrı'ya yükselmeye de Devir denir.
Görüldüğü gibi insan Tasavvuf felsefesinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Tanrı en çok insanda belirmiş, onda yoğunlaşmıştır. İnsan evrenin gözbebeği, en değerli varlığıdır. Hiçbir ayrım yapmadan bütün insanlar aynı değeri taşır. Din, mezhep, ırk, renk, yoksul, zengin ayrımı yoktur. Yalnızca Tanrı yolundaki derecelerine göre daha değerli sayılan, daha yüksek mertebelere çıkmış insanların üstünlüğü vardır.
Şöyle bir soru geliyor akla: Sevgiye, aşka, gönül bağlılığına dayanan bir felsefe niçin Tanrı ile insan arasına birtakım başka insanlar, din adamları sokuyor?
Tasavvuf felsefesine göre, insan kişisel çabalarıyla geçici niteliklerden arınıp Tanrı'ya ulaşamaz, bir yol göstericiye, bir Mürşid-i Kâmil'e bağlanması gerekir. Yani bir tarikata girecek, sıkı kurallara uyacaktır. Tarikata girmenin töreni vardır. Kurallara uymayanlar "düşkünlük" cezasına çarptırılır, bir süre aforoz edilirler.
Tanrı'ya kavuşmak için tutulacak yolun çeşitli anlayışlara göre değişiklikler göstermesi yüzünden çeşitli tarikatlar doğmuştur.
"Tarik" Arapça'da "yol" demek, ama "tarikat" şu anlamı yüklenmiş: Tasavvufa dayanan, bazıları İslâmlıktan önceki Türk dininin, yani Şamanlığın kalıntılarını yaşatan, bazıları da İslâm şeriatının katılığını yumuşatmak amacını güden, birtakım ayrımlara karşın İslâm dininden kopmayan, çeşitli dinsel öğretiler. Mevlevî Tarikatı, Bektaşî Tarikatı, Nakşî Tarikatı gibi.
İslâm şeriatının katılığını yumuşatmaktan söz ediliyor, oysa tarikatların da sıkı kuralları bulunduğunu söylemiştik. Aradaki ayrımı göstermek için, sıkı kuralları olan Alevî-Bektaşî Tarikatı'nın tarikata kabul edilenlerden neler istediğini özetleyelim: Önce bir şeyhe bağlanılacak, yalan söylemek, haram yemek, zina etmek, eliyle koymadığını almak, gözüyle görmediğini anlatmak, adam çekiştirmek yok, sözde durulacak, iyilik edilecek, vefalı olunacak, başkalarının ayıpları görülmeyecek, her sınıftan insan, yoksul zengin, mevkili mevkisiz, eşit tutulacak, dünyaya, dünya malına gönül verilmeyecek, tarikat sırları ne olursa olsun açıklanmayacak. Bu kurallara uymayanlarla belli bir süre kimse konuşmaz, yardım etmez. Yani "düşkünlük" cezasına çarptırılırlar.
Tarikatların Tasavvuf felsefesine uygun düşmeyen yanları yok mudur?
Gene Alevî-Bektaşî Tarikatı'nın bir kuralını örnek verelim: Teberrâ ve tevellâ önemli bir kuraldır. Teberrâ Hazreti Ali'ye uymayanlara sevgi göstermemektir. Tevellâ ise bunun tam tersi, Hazreti Ali'ye uyanlara sevgi beslemektir. Bu kural Tasavvuf felsefesinin mezheplerin üstüne çıkan, insan anlayışına aykırıdır.
Birtakım çekişmelerin, yaşam koşullarının getirdiği bu gibi ayrılıklara karşın, tarikatlar genel olarak Tasavvuftan kaynaklanırlar, bu felsefenin çerçevesindedirler.
Her tarikatta insanlara Tanrı'ya ulaşmanın yollarını gösteren şeyhler vardır. Şeyh İnsan-ı Kâmil, Mürşid-i Kâmil'dir. Bir tekke kurar, kendine bağlananlara Tanrı'ya giden yolu gösterir, gezici dervişleriyle öğretisini yaymaya çalışır.
Yaptığımız bu kısa özetlemeden anlaşılacağı gibi, Tasavvuf yalnızca bir din felsefesi değil, aynı zamanda, bir yaşam biçimi önerisidir.

FİLOZOFLARA GÖRE FELSEFE

Felsefe, ne kadar soğuksa itikat da o kadar sıcaktır, birinin kaynağı sönük mantık, diğerinin ise nurlu bir kalptir.
Alexandre Dumas
Bilim, felsefenin başarılarından, felsefe de bilimin başarısızlıklarından örülmüştür.
Bertrand Russell
Felsefe, zaruri ve elzem vazifelerde, cılızlığımızı anlamakla başlar.
Epicuros
Biraz felsefe, insanın zihnini dinsizliğe meylettirir; felsefede derinleşmek, zihinleri dine yaklaştırır.
Francis Bacon
Hikmet ve felsefe, geçmiş ve gelecek dertlerin kolaylıkla hakkından gelir; fakat bu günün dertleri de onun hakkından gelir.
François de La Rochefaucauld
Felsefe öğrenilmez, yapılır.
Immanuel Kant
Felsefe konusunda en yavaş konuşabilen kazanır, ya da bitişe en son varan.
Ludwig Wittgenstein
Felsefe; bizi başkası için değil kendimiz için, güçlü görünmek için değil, güçlü olmak için yetiştirir.
Montaigne
Felsefenin insanlara, yaşamaya başlarken de, ölüme doğru giderken de söyleyecekleri vardır.
Montaigne
Boş vakit, felsefenin annesidir.
Thomas Hobbes
Felsefe, düşüncenin mikroskobudur.
Victor Hugo
Felsefe, aklın sınırlarına işaret eder ve onları sözle çözmeye çalışır.
Wolfaana Van Goethe